Demokratik sistemin verdiği hakların kullanılarak demokrasinin yaralandığı ender ülkelerden biriyiz.

Bir ülke düşünün ki, her hak arama eylemi, sokaktaki vatandaşın özgürlüğüne karşı bir tehdit, her demokratik! eylem Devletin saygınlığını ayaklar altına alan bir karakterde olsun.

Ve bir Hükümet düşünün ki, demokratik hak arama eylemi adı altında Başbakanlık binası ile Meclis binasına ulaşımın engellenmesine ses çıkarmayarak, oy kaygısı ile Devletin saygınlığına leke sürülmesine vesile olsun.

Kıbrıs Türk Toplu Taşımacılar Birliği’nin yaptığı eylem, ortaya konan yöntemden dolayı ne kadar haklı olsalar bile bugün amacını aşmış bir noktada.

Hükümete karşı böylesi bir yöntem ile yapılan eylem hakkı hak gaspına dönmekten de öte saygı ve demokratik çerçevenin dışına çıkarak Devlete karşı yapılan bir gözdağından başka bir şey değil.

Çünkü her türlü anti demokratik girişimlere Hükümetlerin oy uğruna göz yumarak Devletin haklarını korumakta Hükümetlerin geri adım atacağını hak aramak için yola çıkanlar biliyor.

Ve her eylem Hükümetlere karşı bir başkaldırı ve kabadayılık karakteri ile Kıbrıs Türk’ünün özgürlüğünü kısıtlayarak mağdur eden bir şımarıklık içerisinde ortaya konmakta.

Ve her eylem, Devletin saygınlığında bir küçük delik ve kamu vicdanında da bir o  kadar büyük yara açmakta.

Çiftçiler Birliği eylemlerinde de, Müteahhitler Birliği eylemlerinde de keza Kıbrıs Türk Kamu Araçları İşletmecileri Derneği (KAR-İŞ) eylemlerinde manzara değişmiyor.

Birbirine düşman ve bölünmüş bir toplum olmaya doğru gidildiğini bağıra bağıra tüm dünyaya gösteriyoruz.

Ve elbette, hak aramak her kurumun, her birliğin ve her bir vatandaşın veya yaşam kavgasını Kuzey Kıbrıs’ta sürdüren her bir bireyin en doğal ve kutsal hakkı.

Ancak hak ararken başkasının hakkını gasp etmeye ve seçilmişler ile Hükümetlere karşı ortaya konan tepkilerin Devlete karşı bir başkaldırıya evrilmemesi gerekli.

Ve elbette niyetimiz, ne demokrasi dersi vermek ne de Hükümetlerin eksik icraatlarını meşrulaştırmak.

Ve ancak bir gerçek var ki, hak arayanın da hakkı yenenin de unutmaması gereken.

Hepimiz ayni gemideyiz ve gidecek başka bir vatanımız yok.

Güney Kıbrıs’ın arkasında AB ve tüm dünya varken, Kıbrıslı Türklerin yanında duran anavatan Türkiye’den bir başkası yok.

Devleti zayıflatmak ve birbirlerine düşman kesimler yaratarak Kıbrıs Türk’ünü birbirine düşürmek en az ihtiyacımız olan şey.

Üstelik de Kıbrıs sorununa dair ortalık yeniden kızıştığı böylesi bir dönemde.

Tam da bu noktada muhalefete de önemli toplumsal görevler düşmekte.

Anavatan Türkiye’nin desteği ile Kovid-19 salgının ekonomide yarattığı deprem ve yıkımların geride kalacağına da kimsenin şüphesi olmamalı.

Ve bu noktada ise UBP-YDP-DP Hükümetine bir o kadar önemli bir o kadar da stratejik yanı bulunan sorumluluk ve ödevler düşmekte.

Devletin ana öznesi olan insan için ortaya konacak icraat temelli adil yönetim ile Kıbrıs Türk’ünün her zorluğu aşacak potansiyele sahip olduğunu tüm kesimler asla unutmamalı.

Mark Twain’in dediği gibi “Ülkeye sadakat, her zaman ; Hükümete sadakat, hak ettiği zaman.”

Ancak hak ararken çatışarak değil uzlaşarak yeni bir gelecek kurmak ise herkesin sorumluluğu.

Ve siyasi görüşü ne olursa olsun “ülkeyi koşulsuz sevmek” ise boynumuzun da vicdanımızın da gelecek kuşaklara tek borcu.