Çatışma veya topyekün savaş zamanlarında devlet düşmanları dışarıdan saldırır.

Barış zamanlarında ise devlet düşmanları içeriden devleti yıpratmaya ve başarılı olurlarsa da yıkmaya çalışırlar.

Ve bir Devletin güle oynaya nasıl yıpratıldığının, nasıl içten içe bitirildiğinin, namusunun nasıl kasaba politikacılarından öteye gidemeyen siyasetçiler tarafından pazarlık masalarında meze yapıldığının, tipik bir örneği, Kuzey Kıbrıs.

İtiraf etmek, zor da olsa.

Yapamadık, beceremedik.

Devletin temellerini güçlendirmek yerine dinamitleri ellerimiz ile yerleştirdik.

Ve keşke böylesi bir sonucun nedeni de ideolojik ve siyasal olarak Devlet’e düşman olan, Devleti kendi çıkarları için bir tehdit olarak gören diğer bir devlet olsaydı.

En azından utanmadan anlatabilirdik.

Ama bugün adına ister vatan ister memleket densin, bu topraklara kök salmak isteyen, sessiz çoğunluk kaygı ve umutsuzluk içerisinde Devletin gün geçtikçe nasıl biraz daha zayıfladığını izliyor.

Kim tarafından?

Sessiz çoğunluğun gelecek kaygısını oy avcılığı üzerinden sömüren, devlet düşmanları tarafından.

Popülizmin esiri olan tüm politikacılar, seçilmişler artık devlet düşmanıdır, bu topraklarda.

Yok hiçbirinin birbirinden farkı.

Sağcısı da solcusu da, hepsi ayni.

Tek bir gaileleri var, seçilmek ve yeniden seçilmek.

Bakın meclisin değişmeyen yüzlerine, bakın yeni seçilenlerin nasıl öncekilerden daha beter nasıl olduklarına.

Ve Kıbrıs Türk’ünün kaderi olmamalı, iyi yönetilmemek.

Süslü kelimeler, sorunlardan siyasi rant elde etmek için fırsat kollama, çözüm yerine hep kaosa oynayanlardan başkası değil, bugün devletin düşmanı olanlar.

Hepsi ayni kefede.

Ve hepsi tek bir partiye mensup bir durumda.

“Meclis partisi.”

Kimseciklerin de umuru değil, yaşananlar, yapılanlar.

Kıbrıs Türk solunu dizayn etmekten, daha açık bir ifade ile Kıbrıs’ın kuzeyindeki sol’u adam etme uğraşı içerisinde olanların siyasal sitemin tümüne, sağ cenaha da farklı bir göz ile bakmalarının zamanı geldi de geçiyor bile.

Ve yazılanları elbette UBP-HP hükümetine mal etmek, haksızlıktır, adil olmamaktır.

1990’ların başından bugüne kadar her kim ki Cumhurbaşkanlığı, Meclis Başkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık, milletvekilliği ve bürokrasi de üst düzey görevlerde bulunduğu, hepsi suçludur.

Yapamadık, beceremedik.

Devletin temellerini güçlendirmek yerine dinamitleri ellerimiz ile yerleştirdik.

Seçim yasaklarına çeyrek kala yaşananlar, yılların yanlışlarının sadece küçücük bir kesiti.

Devleti ve Devlet çatısı altında hak ettiği yaşama kavuşmayı bekleyen Kıbrıs Türk’ünü zerre kadar düşünen yok.

İtiraf etmek zor da olsa, ne yazık ki görünen köy de kılavuz istemez.

Sloganlar üzerinden siyaset yapmayı becermekten öte başardığımız pek bir şey de yok.

Ülke siyasetine ve Devlet yönetimine yön veren kanaat önderlerinin tek ortak yanı nedir diye sorsalar icraat ve hizmet kısırlığı demek çok da yanlış olmaz.

Böyle düşünmek ise insafsızlık ve acımasızlık hiç olmaz.

Gün geçmiyor ki, süslü kelimeler ile günün anlam ve önemine dair yüksek telden açıklamalar ile sosyal medya ve basın üzerinde yeni bir yarışa girilmesin.

İcraat ve hizmet de ise, süslü kelimelerin urubu zerresi kadar yoklar.

Bakanlar ve Bakanlık hayali kuranlar, milletvekilleri ile milletvekili olma hayali ile yanıp tutuşanlar, kendilerini seçilmiş olmaktan öte Bakan olarak görenler, çok Başkanlı siyasi partiler içerisindeki herkes, bireysel ve toplumsal sorunlar ile dünyaya dair sorunlara dikkat çekmek için evrensel temelde kabul gören günleri beklemeyi görev edinmişler.

Böyle olmamalıydı ve böyle de gitmemeli.