Çözümsüzlüğünün temelinde  BM parametreleri değil, bu parametrelere dayalı bir çözüme ulaşmayı reddeden Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinde, hiçbir baskı mekanizmasının oluşturulamaması yatmakta olduğunu dile getiren Denktaş, iki kesimlilik ve siyasi eşitliğin Kıbrıslı Rumların tahayyülündeki millet-devlet bütünlüğüne bir meydan okuma, bir tehdit oluşturduğunu ifade etti.

Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Serdar Denktaş’ın propaganda konuşmasının tam metni şöyle:

“Size bu ekranlardan  bir önceki seslenişimde Yeni Zamanlar üzerinde durmuş, Yeni Bir Cumhuriyet inşa etmemiz gerektiğini vurgulamıştım. Bugün sizinle Kıbrıs sorunuyla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum

Tüm hayatım aynen sizler gibi ama belki biraz daha yoğun Kıbrıs sorunu içinde geçti ve geldiğimiz noktada beni en çok üzen şey sadece çocuklarımızın değil, torunlarımızın da Kıbrıs sorunu içinde yaşamaya devam ediyor olmasıdır.

Evet, kurduğumuz devlet, yani KKTC, istenilen seviyeye hem dış hem de iç sıkıntılar yüzünden ulaşamamıştır. Bu noktada, görev süremde size bu devleti tanıtabilirim ya da kesin tanıtacağım diye söz veremem.

Yeni normalde, eski normalin büyük anomalilerinden birisi olan 'gerçekleşemeyecek vaatler vermek' olmamalıdır.  Ancak tanınması için her türlü fırsatı kollayacağımdan emin olabilirisiniz.

Yine 1968 yılından beri görüştüğümüz, 1977 yılında Kurucu Cumhurbaşkanımız yani babamın Makarios'un elinden aldığı ve bugün güney komşularımız tarafından 'büyük taviz, acı taviz' olarak anılan federasyon temelli bir çözüme ulaştırma sözü de veremem.

Yıllar içinde iki bölgeli iki toplumlu siyasi eşitliğe dayanan bu formüle ulaşma şansı, bana göre iki kez-birincisi 2004 Annan Planı Referandumu, ikincisi ise 2017 Crans Montana'da kaçırılmıştır.

Kaçırılmıştır ancak o konferansla birlikte artık iyice uluslararası bir sorun hüviyetine bürünen Kıbrıs sorununun halli için bir takım fırsatların da kendiliğinden ortaya çıktığını görmekteyim.

Bunun yanı sıra, Doğu Akdeniz'de son zamanlarda iyice yükselen gerginliğin içinde her ne kadar hiç istemediğimiz savaş potansiyelini barındırsa da, yine aynı şekilde 'anlaşma' potansiyelini de barındırdığının farkındayım.

Dolayısıyla, Güney komşularımız yukarıda bahsettiğim kaçan fırsatlardan pek de etkilenmeden hayatlarına devam ederken, bizim durumumuz gittikçe bozulmakta, uluslararası toplumun dışında devam ettiğimiz hayat artık sürdürülemez şekillere dönmektedir.

Öte yandan geçmişin acı günlerini yaşayan kuşaklarımız bu dünyadan birer birer göçüp giderken, ardından gelen yeni kuşaklar Kıbrıs sorunu denen anomali ile duygusal bağını yitirmeye başlamış, durum tamamen başka bir boyuta geçmiştir.

Elbette geçmişin  acı hatıralarını, kayıplarımızın hala daha bulunamamasını unutmak mümkün değildir. Böylesi acıların bir kez daha yaşanmaması için

Kıbrıs sorunundan kurtulmak, yeni kuşaklarımıza dünya ile bütünleşmiş bir düzen bırakmak için çalışmak birincil görevim olacaktır.

Her Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi bu seçimde öncelikle Kıbrıs sorunu etrafında şekillenecektir.

1963 Aralık ayında  iki halk arasında çıkan çatışmalarla alevlenen Kıbrıs sorunu bugüne kadar sayısız müzakerelere rağmen çözülemeyerek, BM gündeminde “çözülemeyen en uzun süreli sorun” unvanına da  sahip olmuştur.

4 Mart 1964 tarihindeki BM Güvenlik Konseyi’nin kararı uyarınca 3 ay süreliğine Kıbrıs’a gelen BM askerleri o gün bugündür adamızda “görev” yapmaktadır.

Bu eskimiş sorunu çözmek için 1968’de Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasında başlayan görüşmeler de bugüne kadar çare olamamış, sorun bir türlü çözülememiştir.

En son İsviçre’nin Crans Montana kasabasında 28 Haziran 2017 tarihinde toplanan 2.Kıbrıs Konferansı ise 7 Temmuz 2017 tarihinde BM Genel Sekreteri Guterres’in Konferansın başarısızlıkla sonuçlandığını ilan etmesiyle birlikte kapanmıştır.

Gerek müzakere yöntemleri gerekse Birleşmiş Milletlerin müzakerelerdeki rolü yıllar içerisinde değişirken, son 50 yıl içerisinde oluşan ve çözümün BM parametreleri olarak tanımlanan çerçeve bu sorunun çözülebilmesi için gerekli dinamikleri oluşturamamıştır.

BM parametreleri iki toplumlu, iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı federal bir anlaşmayı öngörmektedir. Gerek Kıbrıslı Türkler gerekse Türkiye defalarca bu çerçevede bir anlaşmaya ulaşılabilmesi için irade ortaya koymuş ancak Kıbrıslı Rumlar benzeri bir iradeyi ortaya koymamış ve çözümü sürekli reddetmişlerdir.

Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğü tüm Doğu Akdeniz ülkelerini etkileyecek uluslararası bir soruna dönüşürken bundan  olumsuz olarak en fazla etkilenen kesim Kıbrıslı Türkler, KKTC vatandaşlarıdır.

Kıbrıs Rum yönetimi ise, AB üyesi tanınmış bir devlete sahip olmanın  sağladığı avantajlara dayanarak, çözümü sürekli ötelemekte KKTC ve Türkiye’yi uluslararası arenada yalnızlaştırma politikası gütmektedir.

Özetle Kıbrıslı Rumlar sorunu çözmeye değil çözümü sürekli ötelemeye odaklanmışlardır. Ancak bu siyaset tarzı sadece adamızda değil bölgemizde de yeni krizler yaratmaya neden olmaktadır.

Artık sadece Kıbrıs sorunu değil, Kıbrıs sorunun çözülememesinden kaynaklanan bölgesel hatta uluslararası sorunlardan bahsetmek mümkün.

Çözülememiş Kıbrıs sorunun daha büyük sorunları da içinden çıkılamaz hale getirmesine müsaade etmemeli, çözümsüzlüğün temellerine bakmalıyız.

Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğünün temelinde  BM parametreleri değil, bu parametrelere dayalı bir çözüme ulaşmayı reddeden Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinde, hiçbir baskı mekanizmasının oluşturulamaması yatmaktadır.

BM parametreleri temel olarak Kıbrıslı Türk ve Rumların  ortak bir devlete siyasi eşitlik temelinde sahip olmalarını öngörmekte ve iki bölgeliliği de içermektedir.

Bu temel parametreler etrafında şekillenen müzakere süreci esas olarak 6 başlık altında yürütülmektedir.  Bunlar Yönetim ve Güç Paylaşımı, Toprak,  Mülkiyet, Ekonomi, AB ve Güvenlik ve Garantilerdir.

Sorunun temeli, bu başlıkların teknik veya hukuksal olarak düzenlenemeyecek kadar zor olmasında değil, ancak müzakere masasında gözle görülemeyen bir başka düzlemde yatmaktadır: Bu da toplumsal, kolektif bilinç düzeyidir.

Kıbrıslı Rumların tahayyülündeki Kıbrıs ile gerçekte var olan Kıbrıs  örtüşmemektedir.  Rumların tahayyülündeki Kıbrıs, coğrafya, millet ve devlet bütününden oluşmaktadır. Kıbrıs vatanları, Kıbrıslı Rumluk milliyetleri ve Kıbrıs Cumhuriyeti de devletleridir. 

Kıbrıslı Rumlar için devlet-millet ve coğrafya bütünlüğü vardır.  Bu bütünlük ise gerek BM Parametreleri gerekse müzakere masasındaki olgular açısından sorunlara neden olmaktadır.

Parametrelerin temeli olan iki toplumluluk örneğin, Kıbrıslı Rumların tahayyülündeki millet-devlet bütünlüğüne bir meydan okuma, bir tehdit oluşturmaktadır.

Siyasi eşitlik de ayni anlama gelmektedir onlar için. Siyasi eşitlik Kıbrıslı Rumlar açısından kendinden olmayan bir milletin kendinin gördüğü Devletin yönetiminden söz sahibi olması, devletin gücünü paylaşılmasıdır.

Bir diğer parametre olan iki bölgelilik ise coğrafya-devlet-millet birlikteliğine bir başka tehdit oluşturmaktadır. Tahayyüldeki coğrafyanın sınırlarını daraltmakta, kendine ait, vatan olarak gördüğü coğrafyanın bir bölümünün yönetimini bir başka gruba, Kıbrıslı Türklere vermektedir. Kıbrıslı Rumların kabul etmekte zorlandığı bir başka gerçeklik de budur.

BM müzakere süreci bu olguları dikkate almayan, sorunun çözümünü hukuksal metinlerle sağlamaya çalışan bir süreçtir.

1960’da uluslararası dengelerin bölgemizdeki uzlaşısı sonunda kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti esasında milleti olmayan bir devletti.

Kıbrıs Cumhuriyeti adamızda Türk ve Yunan milliyetçiliklerinin çarpışmasından doğmuş, Taksim ve Enosis fikirlerinin anti-tezi olarak kurgulanmıştı.

Devlet diğer başka şeylerin yanı sıra, bir güç/çatışma alanıdır. Karşıt güçlerin bir çatışma alanı olarak doğan Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti de  3 yıl gibi kısa bir sürede  Kıbrıs Rum liderliğinin devlete tek başına hakim/egemen olma isteği nedeniyle yeni çatışmalara sebep olmuştur.

1963 Aralığında Kıbrıs Türklerine başlayan saldırılar sonrasında Makarios’un Kıbrıs Türklerinin devlet içindeki makamlarına geri dönebilmelerinin ön şartı olarak ortaya koymuş olduğu 13 madde, Kıbrıs Türklerinin siyasi eşitliğini, devletteki ortak egemenliğini, yereldeki özerkliğini ortadan kaldırmaya yönelik, Kıbrıs Rumlarının devlete tek başına egemen olmasını sağlayacak şartlardı.

Özetle Kıbrıs sorunun kökeninde tarihsel bir egemenlik kavgası yatmaktadır.

Tarihsel ve sosyolojik arka planı olan siyasal sorunlara sadece hukuksal metinlerle çözüm bulmak çok da kolay değildir.

Kıbrıs sorununu tarih dışı bir bakış açısıyla değerlendirmek bizleri temel haklarımızın yadsındığı bitmez tükenmez  tartışmalar sürecine kilitler.

Kıbrıslı Rum liderliği ile öncelikle samimi olarak Kıbrıs tahayyüllerini konuşmamız gerekmektedir.

 

Seçimlerden sonra bir kez daha çağrılacağı ifade edilen 5’li Konferans öncesinde Kıbrıs Rum liderliğinin gelecekteki Kıbrıs vizyonunu açıklamasını istemeliyiz. BM parametrelerine “sadığım” demek artık yetmiyor. Annan Planına “evet” diyeceğini söyleyip daha sonra televizyonlarda  “hayır” için ağlayan bir Papadopulos liderliği hala belleklerimizdedir.

Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R Denktaş’ın ısrarla vurguladığı gibi Kıbrıs’ta çözümü istemeyen taraf her zaman Kıbrıs Rum liderliği olmuştur. Tarih Kurucu Cumhurbaşkanımızı haklı çıkarmıştır.

İçinde yaşadığımız süreçte etrafımda oluşturduğunuz sessiz çoğunluktan kaynaklanan  gizli güç 11Ekim günü sandığa da yansımalıdır. Kısa sürede bu seçimin en güçlü adaylarından biri olmamı sizler sağladınız. İrademize sahip çıkma kararlılığınızı devam ettireceğinizi tüm dünyaya kanıtlamak için oylarınızı benden yana kullanarak bu demokrasi mücadelesinden zaferle çıkacağımıza inanıyorum.

11 Ekim 2020 Yeni zamanların başlangıç tarihi olsun

18 Ekim 2020 yeniden, yeni bir Denktaş döneminin başlangıcı olsun.

Ne mutlu Türküm, ne mutlu Kıbrıslı Türküm diyene”