Sn. Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Hükümet programına ilişkin görüşlerime geçmeden önce bir kaç hususu dile getirmek istiyorum.

Son dönemde ülkemizde insan hakları, barış, federasyon ve demokrasi için mücadele eden insanlarımıza yönelik ciddi anlamda sistematik bir saldırı vardır.

Cumhurbaşkanlığı eski Basın ve İletişim Koordinatörü Sn. Ali Bizden, Araştırmacı Yazar Sn. Dr. Ahmet Cavit An ve Basın-Sen Başkanı Sn. Ali Kişmir’den sonra CTP eski Milletvekili ve Barış Aktivisti Sn. Okan Dağlı da hem de diplomatik pasaportu olmasına karşın güvenlik gerekçesi ile Türkiye’ye alınmamıştır.

Bu konuda Cumhurbaşkanı Sn. Ersin Tatar olmak üzere Başbakan Sn. Faiz Sucuoğlu ve Dışişleri Bakanı Sn. Hasan Taçoy tarafından ise hiçbir açıklama yapılmamış, halk ve mağduriyet yaşayan kişiler ile hiçbir bilgi paylaşılmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’ndeki AKP-MHP hükümet ortaklığının bu yönde ülkemiz insanına yaptığı bu uygulama tek anlamı ile faşizmdir ve asla kabul edilemezdir.

Buradan Yüce Meclis diyerek ne meclisimiz ne de ülkemiz yüce olmamaktadır.

G 82 belgesiyle “Türkiye Cumhuriyeti aleyhine faaliyetlidir” gerekçesi ile Türkiye’ye alınmayan Sn. Okan Dağlı, Türkiye için hangi tehdidi oluşturmaktadır?

Sn. Okan Dağlı bu ülkede barış istediği, federasyon istediği ve Maraş’ın gerçek sahiplerine iadesini istediği için mi Türkiye için bir tehdit oluşturmaktadır?

Bu görüşleri savunan herkes Türkiye için tehdit oluşturuyorsa yandı gülüm keten helva.

Ama şunu iyi bilin ki bizler, yılmadan ve yıkılmadan bu ülkede federasyon demeye, barış demeye, Maraş gerçek sahiplerine iade edilmeli demeye devam edeceğiz.

Bu sebepledir ki derhal ama derhal Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Sn. Ali Murat Başçeri bu konuda makama çağrılmalı, yöneticilerimize açıklama yapmalı ve bu listenin hangi gerekçe ile oluşturulduğunu ve kimlerin listede yer aldığını açıklamalıdır.

Bunun yanında görüşlerine katılırsınız veya katılmazsınız sadece düşüncelerini ifade ettiği için Basın-Sen Başkanı Sn. Ali Kişmir’e 10 yıla varan hapislik istemiyle açılan dava da ülkemizdeki demokrasi, ifade ve basın özgürlüğümüze sürülmüş bir kara lekedir.

Umutlarınız asla kuşatılmasın değerli halkımız.

Bu ülkede demokrasi, barış ve federasyon yanlısı on binlerce insanımız vardır.


Bizler gerek ülke insamızın görüşlerini ifade ettiği için Türkiye’ye alınmaması kararlarına gerekse düşüncelerini ifade ettiği için hapislik ile yargılama yönündeki bu faşist uygulamalara halkımız ile birlikte direnecek ve insanımıza, demokrasiye, barışa ve ifade özgürlüğüne sonuna kadar sahip çıkacağız.

                                                                        

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Kabine Mecliste okunur okunmaz Bakanlıkların Kuruluş İlkeleri Yasası uyarınca bakanlıklara bağlı daireler ile idari koordinasyon yönünden Başbakanlığa ve Bakanlıklara bağlı kurum ve kuruluşlar Resmi Gazete’de yayınlanmış ve bu kararları okuyunca bu hükümetin yine bir koltuk sevdası ile kurulduğu ve yasalardan bihaber şekilde kamu düzenini bozacak uygulamalara gebe olacağı gün gibi ortadadır.

Mesela bu kararlarda Şehir Planlama Dairesi’nin Başbakan Yardımcılığı, Turizm, Kültür, Gençlik ve Çevre Bakanlığı’na bağlandığını görmekteyiz.

Oysa ki 47/1988 sayılı Şehir Planlama Dairesi (Kuruluş, Görev ve Çalışma) Esasları Yasası’nda Dairenin kuruluş amacı olarak;

Yerleşme merkezlerinin düzenli olarak kurulup gelişmeleri için İçişleri ile görevli Bakanlığa, Belediyelere ve ilgili kuruluş ve örgütlere plânlama, örgütlenme ve uygulama konularında yardım etmek, uygulamalı öneriler ve projeler sunmak, uygulamaları yürütmek ve denetlemek” olarak tanımlanmış olmasına karşın daire, amacını yerine getirmek bakımından sorumlu olduğu İçişleri Bakanlığı’na bağlanmamıştır.

Yani koltuk, kamu verimliliğinin önüne geçmiştir.

Diğer taraftan daha vahim olan bir durum söz konusudur.

Serbest Liman ve Bölge İdaresi de Başbakan Yardımcılığı, Turizm, Kültür, Gençlik ve Çevre Bakanlığı’na bağlanmıştır.

Bu tam bir skandaldır.

26/1983 Sayılı Serbest Liman ve Bölge Yasası’nın tefsir kısmında " Bakan ", Sanayi İşleri ile ilgili Bakanı, " Bakanlık " ise Sanayi İşleri ile ilgili Bakanlığı anlatır demektedir.

Ayrıca yasada Serbest liman ve bölge ile genel yönlendirme ve denetimden, Bakanlık temsilcisinin başkanlığında Maliye, Ulaştırma ve Ticaret veya Turizm isleriyle görevli bakanlıkların temsilcilerinden oluşan dört kişilik bir Yönetim Kurulunun sorumlu olduğu yazmaktadır.

Yani Serbest Limanı yönetecek ve denetimini yapacak olan yönetim kurulu başkanlığına atama, bağlı olduğu Bakanlık tarafından değil Sanayi işleri ile ilgili bakanlık olan Ekonomi ve Enerji Bakanlığı tarafından yapılacaktır.

Ayrıca yasa Müdürün, Serbest Liman ve Bölge Yönetim Kuruluna ve Bakanlığa yani Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’na karşı sorumlu olacağını yazmakta olup ayrıca yasada serbest limanla ilgili tüm mevzuatı Bakanlar Kurulu adına Sanayi işleri ile ilgili Bakan yürütür denmektedir.

O zaman hangi gerekçe ile Serbest Liman ve Bölge İdaresi, Sanayi işleriyle ilgili Bakanlık olan Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’ndan alınmıştır?

Hükümet yetkilileri bunu Halka açıklamalıdır.

Diğer taraftan KIB-TEK, Maliye Bakanlığı’na bağlanmış ama Yenilenebilir Enerji Kurulu, Ekonomi ve Enerji Bakanlığı altında kaldığı için Ekonomi ve Enerji Bakanlığı ismi kullanılmıştır.

Bu karar da tam anlamı ile fiyaskodur çünkü 47/2011 sayılı bu kurulun kuruluşunu ön gören Yenilenebilir Enerji Yasası’nın amacı, yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimi amaçlı kullanımının yaygınlaştırılması olarak tanımlanmıştır.

Elektrik üretimi ile ilgili tüm faaliyetleri yürüten ana kurum olan Kıb-Tek, Maliye Bakanlığı’na bağlı faaliyet yürütürken, Yenilenebilir Enerji Kurulu ise Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyetini yürütecektir.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur.

Kıb-Tek’e değinmişken hükümetin çoklu tarifeyi kaldırıp tekli tarifeye geçmesine yönelik de bir şeyler söylemek istiyorum.

Birim fiyatları yayınlamadan, karşılıklarını boş bırakarak çoklu tarifenin kaldırılmasına yönelik Resmi Gazete’de yayınlanan bu karar tek kelime ile halkla dalga geçmektir.

Bu gördüğünüz Ocak ayına yönelik bir elektrik faturası.

Toplam tüketim 1205 kws.

Fatura bedeli 1187.90 TL

Şu anda hükümetin almış olduğu çoklu tarifenin kaldırması ile bu tüketim bedeline zam yapılmamış haliyle tekli tarifede gelecek fatura ise 1342 TL’dir.

Yani hükümet birim fiyatlara zam yapmadan sadece çoklu tarifeyi kaldırarak %13 zam yapmıştır.

Buna bir de birim fiyatlara zam eklenince elektriğe yapılacak zam oranını düşünmek bile istemiyorum.

Gerekli yatırımları yapmayıp, zamanında düşük faizle borçlanma imkanı varken KIB-TEK’i AKSA’ya piyasa faiz oranlarının neredeyse iki katı oranında gecikme faizi ödemesine sebep olanlardan hesap sormadan, enerji verimliliğini düşünmeden, çoklu tarifeyi kaldırarak tüm bedeli halka ödettirmeye kalkmak tam anlamı ile Halk düşmanlığıdır.

Türkiye’de ne var ise burada da olacak diyenler, Türkiye’de çoklu tarife uygulaması varken ülkemizde bu uygulamayı kaldırma nedenlerini açıklamaya davet ediyorum.

Diğer taraftan 469 TL'nin üzerinde borcu olan vatandaşın elektriği kesilirken, Anayasaya bağlılıktan ayrılmayacağına yönelik Mecliste yemin edilmesinin üzerinden daha 1 ay geçmeden Anayasaya aykırı bir şekilde Yasa Gücünde Kararname çıkarıp, Cami ve Lojmanlarına 2014'den beri ödenmeyen borçların faizlerinin affedilip Kıb-Tek'in zarara uğratılması da asla kabul edilemez.

Bu çerçevede Anayasaya uygun bir şekilde Kıb-Tek birim fiyatlarının ne olacağı yasa ile düzenlenmelidir.

 

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Hükümet programı iki saate yakın bir süre burada okundu.

Ancak üzülerek gördük ki “cek” “cak” lar ile dolu bu programın yani ortaya konulan politik önermelerin hangi süreler içerisinde yapılacağına yönelik bir takvimleme bu programda yer almamıştır.

Bu durum, insanımızın “yine bir şeyler okudular” demesine, siyasete olan güvenin azalmasına neden olmakta ve en önemlisi de halkımızın ortaya konulan programın gerçekleşmesi noktasında denetimini imkansız hale getirmektedir.

Hükümet programında kamu yönetimi üzerindeki siyasi etkiyi azaltmaktan bahsedilmekte ama diğer taraftan da hükümet içerisinde hangi mevkiiye kimin atanacağı yönünde liyakattan uzak tartışmalar sürmektedir.

Bu konuda yapılması gereken çok nettir, bellidir.

Derhal Kamu Görevlileri Yasası’nda tek bir yasa maddesi düzenlemesiyle, tüm müdürlükler üçlü kararname kapsamından çıkarılmalı ve liyakata bağlı, münhal ilan edilerek, siyasilerin görüşlerine göre değil yasaların görüşlerine göre hareket edecek bir bürokratik yapı kurulmalıdır.

Bunun yanında kamuda iş analizi yapılarak, çalışanların verimli kullanılması ve dairelerin çalışan ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak kamu teşkilat yasalarının güncellenmesi adına koordineli bir şekilde seferberlik başlatılmalıdır.

Tüm kamu kurum ve kuruluşlarına yapılacak istihdamlar Kamu Hizmeti Komisyonu aracılığıyla fırsat eşitliği ve liyakat temelinde gerçekleştirilmelidir.

Sözleşmeli ve işçi statüsündeki kamu istihdamları, Kamu Hizmeti Komisyonu tarafından münhal ilan edilerek ihtiyaç doğrultusunda yapılmalıdır.

Kamuda ek mesai yükünün azaltılması ve mevcut kaynak ile istihdamın artırılması adına vardiya sistemine geçilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve kamuda verimliliği artırmak adına, performans değerlendirme uygulaması genişletilerek, sadece kadrolu personel için değil, tüm statüler için ödül sistemi ve disiplin kurallarının uygulanması sağlanmalıdır.

Hükümet Programında, 2013 yılı öncesine ait tüm resmi gazetelerin dijital ortama aktarılarak halkımızın hizmetine sunulması sağlanacaktır denilmektedir.

Ama anladığım kadarı ile 16 Kasım 1983’den günümüze, tüm bakanlar kurulu kararlarının, Başbakanlığın resmi internet sitesinde yer alan “Bakanlar Kurulu Kararları” kısmında yer aldığından, bu programı hazırlayan hükümet yetkililerinin haberleri bulunmamaktadır.

Bu konudaki en büyük sıkıntı ise şeffaflıktan uzak bir içerik ile resmi gazete kararlarının internetten yayınlanmasıdır.

İnternet ortamında var olan resmi gazetelerin ek’leri malesef yayınlanmamaktadır.

Bırakın dijital ortamı basılı olarak bile bir çok ek yayınlanmamaktadır.

Mesela İhtiyat Sandığı Bütçesi Resmi Gazete’de yayımlanması gerekirken bırakın dijital ortamı basılı olarak bile bu bütçeye ulaşmak mümkün olamamaktadır.

Bunun yanında İhtiyat Sandığı Yasası, İhtiyat Sandığı Fon hesaplarının, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sayıştay Başkanlığı tarafından da denetleneceğini ve bu denetim raporunun Resmi Gazete'de yayımlanacağı söylenmesine karşın bu raporları resmi gazetede maalesef görememekteyiz.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Kooperatifçiliğin verimliliğini artırmak için Fasıl 114 Kooperatif Şirketler Yasası ve ilgili tüzükler kooperatiflerin demokratik katılımını sağlayacak ve tek adam düzenine son verecek şekilde güncellenmeli ve Kooperatif Mukayyitliğinin yetkileri gözden geçilerek bu mevki siyasi baskı aracı olmaktan çıkarılmalıdır.

Ayrıca ticari bankalarımız TMSF’ye mevduatlarının Binde İki Buçuğu oranında bir rakam ödemesi yaparken, Bankacılık faaliyeti yürüten kooperatiflerimiz TMSF’ye, mevduatlarının Binde 5’i oranında bir rakam ödemesi yapmakta bununla da kalmayıp her sene karlarının %5’i oranında da bir ödeme yapmaktadırlar.

Bu ayrımcılığın ortadan kaldırılması adına Kooperatif Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Yasası bankalar için uygulanan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Yasası ile uyumlaştırılmalı ve kooperatiflerin mevcut kaynaklarının üyeleri için daha etkin kullanılması sağlanmalıdır.

Hükümet programında Lefkoşa, Mehmetçik, Lefke ve Dikmen İmar Planlarının hayata geçirilmesi yer alırken Mağusa, İskele ve Yeniboğaziçi imar planlarından bahsedilmemesinin nedenini de hükümet bizlere açıklamalıdır.

45/1992 sayılı Kalkınma Bankası Yasası’na göre 7 kişilik yönetim kurulunun 6 kişisi, hiçbir nitelik aranmaksızın Bakanın önerisi ile Bakanlar Kurulu tarafından atanmaktadır.

Bu yasa derhal güncellenmeli ve Kalkınma Bankası’na atanacak kişilerin nitelikleri belirlenmeli, kurumun zarara uğratılmasını önlemek ve gerekli yasal işlemlerin yapılıp yapılmadığının denetiminin sağlanması adına Kalkınma Bankası’nın denetimi KKTC Merkez Bankası’nca yapılmalıdır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Tüm ekonomik koşulların bilindiği ve yine UBP’nin iktidarda olduğu ve Maliye Bakanlığı’nı yönettiği 1 ay öncesinde UBP, 2022 Seçim manifestosunda "Eşel Mobil uygulaması sürdürülecek" diye halka taahhütte bulunmuştur.

Buna karşın edindiğimiz bilgilere göre hükümet, HP ödeneğini durdurma yönünde ek bütçe çalışmalarına başlamış durumdadır.

Eşel Mobil uygulamasının durdurulması durumunda 43.000 Sosyal Sigorta Emeklisi, 14.500 Kamu Emeklisi, 18.500 Kamu Çalışanı, 3.900 Yoksulluk Maaşı alanlar, 5.000 Engelli Maaşı alanlar ile HP ödeneği almaya hak sahibi olan Belediye Emekçileri ve daha binlerce kişi yani toplamda 100.000 kişiye yakın insan, kaybettikleri alım gücünü daha da kaybedeceklerdir.

Gelir artırıcı hiçbir önlem ve politika geliştirmeden krizin bedelini direk emeği ile geçinenlere, halka ödettirilmesi asla kabul edilemez olup hükümet bu yönde bir çalışma olup olmadığına yönelik derhal açıklama yapmalıdır.

Diğer taraftan Maliye Bakanlığı tüm mevzuatlara aykırı bir şekilde asgari ücretin altında işçi çalıştırarak suç işlemektedir.

Maliye Bakanlığı 08 Şubat 2022 tarihinde yayınladığı genelgede, taşeron şirketlerde çalışanlar ile devlet olarak hizmet alımı sözleşmesi yapılacağı ve bu kişilere de 7.000 TL ücret ödeneceğinden söz etmektedir.

Hizmet alımı şeklinde görev ifa eden bir kişi, sigortalara işveren olarak kayıtlı olur ve Sosyal Güvenlik Yasası'na göre 31 yaşın üstündeyse minimum 13.635 TL üzerinden %18,5 sigorta primi yatırma zorunluluğu olur.

Bu rakam da bugün 2.522 TL’dir.

Yani Maliye Bakanlığı genelgesine göre hizmet alımı bir temizlikçinin eline net 4.478 TL geçecektir ki bugün net asgari ücret 6.090 TL.

Yani Maliye Bakanlığı, genelgesi ile yasalara aykırı bir şekilde asgari ücretin altında işçi çalıştırın ve harcama belgesini maliyeye gönderin diyor ve Sayıştaylık ile Çalışma Bakanlığı da bu yasa dışılığı sadece seyretmek ile yetiniyor.

Bir an önce Taşeron çalışanların toplu iş sözleşmeli çalışmalarına yönelik gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ve emeği ile geçinen insanlarımızın mağduriyetleri önlenmelidir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Hükümet programında “Vergi ödeyenlerden daha fazla vergi almak değil, vergi tabanını genişletmek ve vergi oranlarında düzenleme yapılması suretiyle gelirleri artırmak temel politikamız olacaktır” denilmektedir.

Vergi oranlarında yapılacak düzenleme ile ne kastedilmektedir.

Seçim öncesi Maliye Bakanlığı’nın, Yasa Tasarısı olarak Meclise gönderdiği ve en alt vergi oranını %10’dan %20’ye yani yıllık vergiye tabi geliri 10.000 TL olan birinden alınan yıllık vergi miktarının 1000 TL’den %100 artış ile yıllık 2000 TL’ye çıkarılması mı kastedilmektedir.

Bu yasa tasarısı, vergi tabanını en alt gelir grubuna genişletmek olup az kazananların yani emekçilerimizin ve esnafımızın vergi yükünün artırılması anlamına gelmektedir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında imzalanıp 01 Ocak 1989’da yürürlüğe giren “Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi ve Vergi Kaybını Önleme Anlaşması” sının uygulanması adına Maliye Bakanlığı derhal bir birim kurmalı ve bu yönde Türkiye yetkilileri ile iletişim içerisinde çalışmalara başlayıp vergi kayıplarımızı önlemelidir.

İmzalanan bu uluslararası anlaşmaya göre bir Akit Devlet mukimi olan ve tiyatro, sinema, radyo ve televizyon artistliği yapan veya müzisyen olarak çalışan veya kişisel yeteneklerini kullanarak halkı eğlendiren sanatçıların ve bunun yanısıra sporcuların diğer Akit Devlette icra ettikleri bu nitelikteki faaliyetleri dolayısıyla elde ettikleri gelirler, bu diğer Devlette vergilendirilebilir.

Yani ülkemizde Casinolarda sanatını icra edip Yüzbinlerce TL gelir elde eden Türkiye vatandaşlarının ülkemizde elde ettiği gelirlerinin mevzuatımız çerçevesinde vergilendirilmesinde hiçbir engel bulunmamakta olup bu vergilendirmenin gerçek gelir üzerinden yapılması adına sadece sözleşmede yazan ücret üzerinden değil bu ücretlerin banka hesabına yatırılma zorunluluğu getirilerek gerçek gelir üzerinden yapılması sağlanmalıdır.

Diğer taraftan bu anlaşmada “Kuzey Kıbrıs, bir mukiminin Türkiye'de vergilendirilebilen bir gelir elde etmesi halinde, Türkiye'de söz konusu gelir üzerinden ödenen vergiyi, Kuzey Kıbrıs'ta tarh edilen benzeri verginin Türkiye'de elde edilen gelire isabet eden kısmından mahsup edecektir” denilmektedir.

Yani bir KKTC vatandaşının, Türkiye’deki finans piyasalarında örneğin borsada, forex piyasalarında, vadeli mevduat yatırımlarından elde ettiği gelir üzerinden ödediği vergi sonrası KKTC mevzuatı çerçevesinde ödemesi gereken vergi oranı mahsuplaştırıldıktan sonra KKTC’ye ödemesi gereken vergi var ise bunu ödemelidir.

İşte tam da bu nedenle bir an önce Türkiye yetkilileri ile bu konuda görüşülmeli ve çalışma grupları kurulmalı ve bu alandaki kayıtdışılık kayıt altına alınarak devletin vergi geliri kaybı önlenmeli hatta bu yönde yasal düzenleme yapılarak bu alanda elde edilecek gelirlerin sadece alt yapı yatırımları için harcanabileceği düzenlenmelidir.

Ayrıca Şans oyunlarından, yasaların ön gördüğü oranda, gerçekçi vergi miktarlarının alınması için gerekli teknolojik altyapının kurulması ve ilgili işletmelerin kumar amaçlı olmayan malzemelerine normal KDV kurallarının uygulanması sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

33/2009 sayılı yasaya göre KKTC'de verilen kredi kartları ve/veya banka kartları ile yapılan alışverişlerin %1'i, Maliye Bakanlığı tarafından her ay kişilere iade edilmelidir.

Kayıt dışılıkla mücadelede büyük önem arz eden ve yaklaşık 2.5 yıldır yürürlükte olan bu yasaya binaen UBP hükümeti sadece 3 aylık iade ödemesi yapmıştır.

Yani kart ile alışveriş yapan ülkedeki her bir bireyin, devletten 27 aylık alacağı vardır.

Örneğin aylık 10.000 TL'lik kart kullanımına binaen aylık 100 TL iade almaya hak sahibi olan her bir vatandaşın şu an devletten 2.700 TL alacağı var ki bu ödemelerin zamanında yapılmaması ile yaşanan değer kaybı da cabasıdır.

Geriye dönük halkın alacağı bu ödemeler derhal yapılmalıdır.

Diğer taraftan yurtdışındaki öğrencilerimiz en son Ekim 2021, bir kısmı da Kasım 2021 bursunu almışlardır. 3-4 aydır gençlerimiz hak ettikleri burslar almamaktadır.

Ekim-Kasım 2021 burslarını da Şubat 2022 de almışlardır.

Maliye Bakanlığı burs ödemelerini, maaş ödemeleri gibi düşünmeli ve öncelikli ödeme olarak planlayıp bu ödemeleri aksatmadan öğrencilerimize yapmalıdır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Hükümet programına baktığımızda ise özel sektör emekçilerinin ve GÖÇ Yasası uygulamasına yönelik yaşanan sıkıntılardan ve çözümlerine yönelik politikalardan hiç bahsedilmediğini görmekteyiz.

47/2010 sayılı GÖÇ YASASI’nın kademeli olarak kaldırılması adına derhal çalışma başlatılmalı, maaş dışındaki diğer tüm uygulamalar derhal kaldırılarak bu yasa kapsamında çalışanlar Kamu Görevlileri Yasasına dahil edilmeli ve yapılacak planlama ile kademeli olarak da maaş uygulaması da 7/1979 sayılı Kamu Görevlileri Yasası ile eşitlenmelidir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Uzmanlık eğitiminin ilk yarısını ülkemizde, ikinci yarısını Türkiye Cumhuriyeti’nde tamamlayan hekimlerin sigorta yatırımlarının kesintisiz yapılması için gerekli yasal düzenleme yapılmalı ve Doktorlarımızın Türkiye’de eğitimlerine devam ettiği süre boyunca sosyal güvencesiz bir şekilde çalışmaları engellenmelidir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Çalışma Hayatında yaşanan en büyük sorunlardan bir tanesi de polis teşkilatımızda yaşanmaktadır.

Hükümet programında “Polisimizin özlük hakları ve ödenekleri konusunda iyileştirmeye yönelik gerekli çalışmalar ve uygulamalar yapılacaktır” denilmekte ama bunun içeriğine yönelik hiçbir bilgi verilmemektedir.

51/1984 sayılı Polis Örgütü (Kuruluş, Görev ve Yetkileri) Yasası’na göre Polis Memuru ve Polis Çavuşu bir kişi, 55 yaşından sonra poliste çalışamamakta ve görevden çıkarılmaktadır.

Bu sebeple yasada düzenleme yapılmalı ve bu rütbelerdeki tüm polislere mecburi emekli yaşı 60 olarak düzenlenmeli ve 36 yılını polis teşkilatında tamamlayan personele emekli maaşı alarak emekli çıkma hakkı verilerek polis teşkilatı gençleştirilmeli ve ileriye yönelik Maliye Bakanlığı’nın da yükü azaltılmalıdır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Pandemi nedeniyle devlet tarafından faaliyetlerine ara verilen özel sektör çalışanlarının çalışmadıkları süreler 2020 yılında emeklilik bakımından süreden sayılırken 2021 yılında ise süreden sayılmamaktadır.

Devlet kararı ile çalıştırılmayan insanların hiçbir kabahati yokken bu bedelin özel sektör emekçilerine ödettirilmeye çalışılması kabul edilemez olup 2021 yılındaki bu sürelerin de emeklilik bakımından dikkate alınması adına gerekli yasal düzenleme derhal yapılmalıdır.

  

Bunun yanında bir doktorun, mühendisin, mimarın, profesörün veya aynı iş yerinde 25 yıl çalışan bir kişinin sigorta ve ihtiyat sandığı yatırımlarının asgari ücret üzerinden yapılması yasa ile engellenmeli ve sigorta prim yatırımlarında beyan edilebilecek en alt maaş miktarı, işverenlerde olduğu gibi kıdeme ve sektöre bağlı olarak yasa ile düzenlenmelidir.

İş Yasası’nda, hastalık izinlerine yönelik hiçbir yasal düzenleme bulunmamakta ve asgari ücretli özel sektör emekçileri hasta olduklarında sigortalardan asgari ücretin de altında bir ödenek almak zorunda bırakılmaktadır. Bu sorunu aşmak adına özel sektör emekçilerine de tam ödenekli hastalık izni hakkı tanınmalıdır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Haksız fesih nedeniyle işine son verildiği mahkeme kararı ile karara bağlanan kişilerin işe iade edilmesi yönünde yasal düzenleme yapılmalı ve işverenin “ben tazminatımı öderim, işten de atarım” mantığında keyfi davranışının önüne yasal düzenleme ile geçilmelidir.

İşyerinde meydana gelen iş uyuşmazlıklarının hızlı, etkin ve adil çözümünü sağlamak amacıyla yargı öncesi ücretsiz başvurulabilecek itiraz/uzlaştırma/çözüm sistemi oluşturulmalıdır.

Çalışma hayatına yönelik diğer en büyük sorun ise Emekli maaşı alıp geçinemediği için çalışmak zorunda olan kişilerin, Anayasaya aykırı bir şekilde Yasa Gücünde Kararname ile artırılan vergi yüküdür.

2021 yılında 3.820 TL emekli maaşı alıp geçinemediği için asgari ücrete yani 4.970 TL’ye çalışmak zorunda olan bir kişiden, çalışırken aldıkları 4.970 TL’den 389 TL Gelir Vergisi alıp 3.935 TL net maaş almasına neden olan uygulamaya derhal son verilmeli ve adaletli bir vergi sistemi yaratmak adına toplam gelirin baz alınıp vergilendirileceği bir vergi sistemi kurulmalıdır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Yıllık enflasyonun %53,36 olan ülkemizde, bankalardaki hem vadeli mevduat hem de borç faizlerinin tekrardan yükselişe geçtiği bir dönemde, İhtiyat Sandığı yönetimi, UBP hükümetinin kararı ve sendikaların ret oyuna rağmen, emekçilerin birikimlerine verdiği yıllık %19 faizi, yıllık %17'ye düşürme yönünde karar üretmiştir.

Bunun yanında ilgi yılda yatan ihtiyat sandığı primlerine de %10 faiz verilme kararı üretilmiştir.

Emekçilerin birikimlerinin enflasyon karşısında erimesine neden olacak bu karar kesinlikle kabul edilemez olup, emekçilerin birikimlerinin bir kısmını döviz tutma yönünde ilgi düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.

Bunun yanında artık kamu görevlilerinin ve öğretmenlerimizin de birikimlerinin İhtiyat Sandığı’nda olduğu gerçeğinden hareketle, Yönetim Kurulu’nun oluşumuna yönelik yasal düzenleme derhal yapılmalı ve kamu görevlileri ile öğretmen sendikalarımızın de iştirakçi üyeleri adına İhtiyat Sandığı’nda temsiliyetleri sağlanmalıdır.

Emekçilerin Milyarlarca TL’sinin değerlendirilmesi yönünde karar üreten İhtiyat Sandığı yönetim kuruluna atanmaya yönelik, finans alanında uzmanlaşmanın bir koşul olması da yasa ile düzenlenmeli ve emekçilerin birikimlerinin maksimum kazanç elde edebileceği kararlar üreten bir yönetim yapısına kavuşturulması gerekmektedir.

Asgari Ücretin belirlenmesi noktasında büyük önem arz eden ve Asgari Ücretler Yasası’nda yer almasına karşın Devlet Plânlama Örgütü ile Ticaret Bakanlığı’nca açıklanması gereken ve yıllardır açıklanmayan geçim indeksi bir an önce belirlenmeli ve gerçekçi bir asgari ücret belirlenerek, hayat pahalılığı oranının iki ayda bir asgari ücrete yansıtılması ile her koşulda asgari ücretin vergiden muaf olacağı yönünde yasal düzenleme ivedilikle yapılmalıdır.

 

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Bugün engelli olup sosyal güvenlik sisteminden engelli haklarına bağlı olarak emekli olabilmek için kişinin sigortalı olduğu ilk zaman engelli olma koşulu aranmaktadır.

Yani bir kişinin sonradan engelli olup öncesinde de sigorta yatırımı var ise o kişinin sosyal güvenlik sistemindeki emeklilik hakları bakımından engelli haklarından yararlanması engellenmiştir.

Bu durum kesinlikle kabul edilebilir olmayıp, engelli çalışanlarımızın bu sorununu çözmek adına bir an önce Sosyal Sigortalar ve Sosyal Güvenlik Yasası’nda değişiklik yapılmalıdır.

Diğer taraftan kamuda engelli istihdamına yönelik ilgili mevzuat çerçevesinde öncelik verilmeli ve bunun da “torpile dayalı” bir sistemle değil işe uygunluk bakımından gerekli sınav vb. ölçümlerin fırsat eşitliğine dayalı bir sistem yaratılarak yapılması büyük önem arz etmektedir.

Beni dinlediğiniz için teşekkür eder, saygılar sunarım.