Kıbrıs müzakereleri yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam etmekte.

Toplumlararası görüşmelerin başladığı günden bugüne 53 yıl geride kaldı.

Kıbrıs Türk tarafı haklarından geri adım atmadığı için “uzlaşmaz” taraf olarak gösterilse de dünya kamuoyu artık “çözümsüzlük çözümdür” siyasetinin merkezinin Rum liderliği olduğunu daha iyi görmekte ve daha derin okumakta.

Devlet başkanı ve Cumhurbaşkanı olarak Rauf Denktaş’ın 1977-79 Doruk Anlaşmaları ile 1986 De Cuellar Belgesine ve Derviş Eroğlu’nun ise yine Cumhurbaşkanı olarak 11 Temmuz belgesine imza koyması, Crans-Montana’da Türk tarafının imza için hazır olduğunu açıklaması ve benzer sayısız “federasyon temelli” görüşmelerde masadan kaçanın hep Rum tarafı olduğu gerçeği de bugün dünya kamuoyu tarafından daha doğru bir zeminde okunmakta.

Böylesi bir olgunun ana nedenlerinden biri de şüphesiz ki, anavatan Türkiye’nin ortaya koyduğu kararlılık ve irade.

Maraş açılımı ile başlayan süreçte ortaya konan kararlılık ve iradenin tüm ezberler ile birlikte özellikle Rum tarafının “ayarlarını” bozarak kırılma noktası yarattığı ise Cenevre görüşmelerinde daha iyi anlaşılacak.

Cenevre görüşmeleri öncesinde ise Kıbrıs Türk toplumu soruyor, sürdürülebilir ve kalıcı adil çözüm için daha ne yapmalıyız diye.

Ve haklı olarak düne göre bugün daha derin sorguluyor Kıbrıs Türk toplumu, sürdürülebilir ve kalıcı adil çözüm için daha ne yapalım diye.

Diğer bir ifade ile çözüm isteyen taraf olmak için ne yapmalıyız diye kendini ispatlama çabasından artık bıktı ve usandı, Kıbrıs Türk toplumu.

53 senedir devam eden böylesi bir çabanın, uluslararası toplumdan destek ve takdir görmediğinin en yakın kanıtı ise federasyon çözüm modelinin halkoylamasına sunulduğu Annan Planı Referandumunda “hayır” diyen Rum tarafının ödüllendirilerek AB üyesi yapılması ve “evet” diyen Türk tarafının ise ambargolar ile cezalandırılmaya devam edilmesinden başka bir şey değil.

Kıbrıs Türkü ve anavatan Türkiye, 2004’te çözüm isteyen taraf olduğunu kanıtlamasının ardından yakın geçmişte gerçekleşen Crans-Montana zirvesinde de iradesini sürdürmüş ancak imza öncesi masadan kaçarcasına kaçan tarafın yine Rum liderliğinin olması ile de “federasyonun” artık tartışılabilir bir çözüm modeli olmadığı ve olamayacağı da artık daha geniş kabul gören bir olgu olarak gerçekliğini korumakta.

Türk tarafından önce, Cenevre’de yeni şeyler konuşulması gerektiğini aslında 2017 yılında resmi olarak ilk taahhüt edenin deRum lider NikosAnastasiadis’in Birleşmiş Milletler arşivine de giren tutanaklarda yer alan “Kıbrıs’ta iki devletli çözümü tartışmaya hazırım” teklifinin olduğunun da Cenevre öncesi deşifre olması ayrıca önemli.

Tarihsel gerçekliklerden hareketle Kıbrıs Türk tarafı ve anavatan Türkiye’nin çözüm isteyen taraf olduğunu kanıtlama ve anlatma mecburiyeti ve gerekliliği artık yok.

Tam da bu noktada, Kıbrıs meselesinde adil ve kalıcı bir çözümü isteyen ve zorlayan taraf olduğunu ispatlaması gereken tek taraf, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’dan bir başkası değil.