Limasol’da bir sokak.

Arif Bar’ın karşı sokağı.

Rumlar çoğunlukta, Türkler azınlıkta, konu komşu yan yana birlikte geçen zamanlar.

Sokağın girişindeki beton evin bahçe duvarının üzerinde bir levha.

17,5 cm’e 35 cm ebatında.

Üzerinde sokağın adı.

6 harflik küçücük bir kelime.

Küçük olduğu kadar da, bir dünya kadar kocaman.

Kuzeyden esen bir rüzgar misali, sıcacık.

Ve sokağa ismini veren kelime, her okunduğunda asla yalnız olunmadığını Limasollu Kıbrıslı Türklere hatırlatan, dağ gibi yüce, deniz gibi engin, feza gibi sonsuz bir sözcük.

Sokağın adı ;

ANKARA .

Takvim yaprakları, 1974 yılının ilk aylarını göstermekte.

Yunanistan ile birlikte EOKA-B’nin darbe ve ENOSİS girişimine aylar var.

Kıbrıs’ın en sıcak yazına doğru zaman akarken, Ankara sokağının Türk sakinleri, sokak isminin yazdığı levhanın yerinde olmadığını fark eder.

17 yaşına yeni basmış, Kıbrıslı Türk genç kız*, levhayı evlerinin karşısındaki boş tarlada bükülmüş ve ezilmiş olarak bulur.

Ayni sokakta yıllarca birlikte yaşadıkları komşuları Rumlardan asla şüphelenmeden Ankara sokağı tabelasını yerinden sökerek ezenlerin başka bir mahalleden, hatta Limasol dışından gelen Rumlar olduğu ihtimalini kendi aralarında konuşurlar.

Babası ile birlikte karanlık eller tarafından ezilip bükülen levhayı düzelterek, sevinç gözyaşları içerisinde yeniden yerine takarlar.

Ancak sevinç gözyaşları kısa bir süre sonra yerini korkunun gözyaşlarına bırakır.

Temmuz’un 15’ine Yunan darbesi haberleri ile uyanırlar.

Ve darbe gecesi, kapıları kırılırcasına hızlı hızlı çalınır.

Baba, önce eşine sonra kızına bakar, “belki son bakışımdır” diyerek kapıyı açar.

Otomatik silahını üstüne doğrultan bereli askerin sesi tanıdık.

Bağırır asker Rumca.

“Kızını çağır” diye.

Baba itiraz eder, “ona dokunmayın, beni alın” der ama dinletemez.

Tekrar bağırır, tanıdık olan ses.

“Kızını getir” diye.

Korkarak, ağlayarak kapıya gelir, 17 yaşındaki kız.

Babası da arkasından yürür, birlikte dışarıya çıkarlar.

Kapının önünde bir kamyon dolusu, Rumca zafer naraları atan asker.

Korku büyürken yürekte, sesi tanıdık gelen kapıyı çalan askerin yan komşuları olduğunu görürler.

Emreder asker, genç kıza.

“Ankara sokağı yazan levhayı duvardan sök ve karşı tarlaya fırlat.”

Alay eden, küfreden, taciz eden bir kamyon Rum askerin önünden geçerek, korku içerisinde ağlayarak, namlunun gölgesinde titreyerek söyleneni yapar, genç kız.

Anne, kapının içinde ağlayarak dua eder, “namusuna dokunmasınlar, canını alsınlar razıyım” diye.

Sonra komutanın sözü yine yankılanır, boş sokakta.

“Şimdi layık olduğu yeri buldu, sakın bir daha almaya kalkma” diye.

Rum komşu, kamyona zafer kazanmış komutan edasıyla binerken askerlerin zafer çığlıkları, küfürleri, tacizleri ve tehditleri Limasol’un gecesine karışır.

Sonrasında büyük bir karanlık, umutsuzluk.

Kıbrıslı Türkler, tarihleri boyunca en derin karanlık ile en engin aydınlığı 5 gün içerisinde yaşarken, bir toplum nefes alırken top yekün ölür ve yeniden dirilir.

Sonrasında esaret, kaçak yollardan kuzeye gitmek için fırsat kollamalar.

Annesi ve 17 yaşındaki genç kız, bir Rus gemisi ile Beyrut’a, ardından da anavatan üzerinden Kıbrıs’ın kuzeyine gitmeyi başarırlar.

Beyrut sınırından Türkiye sınırına geçerken gökyüzünde dalgalanan ay-yıldızlı bayrağı görünce yaşadıkları güven ve huzuru anlatacak kelime bulamadıklarını bugün bile anlatır, 1974’te 17 yaşında olan genç kız.

Baba ise aylar sonra bir gün çıkagelir, sora sora ailesini bulur.

Kıbrıs sorunu çözülmeli der bugün, 1974’ün genç kızı ama eklemeden de edemez :

“Allah bir daha o günleri göstermesin, yaşamayan bilmez, bilemez. Bayrağın da kıymetini, Türkiye’nin de.”

Tıpkı Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğunun düşündüğü gibi.

Tıpkı bir anlaşmayı Türkiye ve bayrak karşıtlığı üzerinden kurgulamadan.

Ve 1974’ten bugüne tamı tamına 45 küsur yıl geçmiş.

Geçmiş geçmesine de Güney Kıbrıs’ta bir Türkçe sokak ismi bugünlerde tartışma konusu.

Bu kez Larnaka şehrinde.

Sokağı adı ; İSTANBUL.

Yine düşmanca saldırılar ortada.

Yine bir hazımsızlık mevcut.

Rum Belediye Başkanı, "Kıbrıs Rum tarafı değil de, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak adlandırılmak istiyorsak böyle olması gerekiyordu" ifadesi ile aslında bir zorunluluktan Türkçe sokak isimlerine dokunulmaması gerektiğini tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor.

Larnaka Belediye başkanı tartışmalara dair açıklaması tam bir ibret vesikası, Rum devletinin Kıbrıslı Türklere bakışının bir özeti.

Ve soruyor insan olan, Kıbrıs sorunu elbette artık çözülmeli ancak sürdürülebilir yeni bir ortaklık, eşit siyasi egemen iki toplum, iki bölgeli ve garantilerin devam ettiği bir çözüm talebinden Kıbrıs Türkü’nün taviz vermesini beklemek akıl ve vicdan tutulması değil de nedir?

Ve bir kez daha anlıyor insan, 1974’ten 2020’ye pek de değişen hiçbir şey yok, Kıbrıs’ın güneyinde.

*Girne’de yaşamını sürdürmekte.