Garantörlüğün pazarlık masasına yatırılmasından Talat ve Akıncı sorumludur

Sabahattin İsmail 1960 Anlaşmalarının imzalanmasından bu yana geçen yarım asırlık süre içinde Rumların en büyük hedefi Garanti anlaşmasını iptal etmek oldu…

Bu hedeflerini dile getirmek için “ Tam bağımsız, zincirlerinden koparılmış Kıbrıs; Kıbrıs Halkına self-determinasyon ” sloganını ürettiler…

Görüşmelerde, BM nezdinde ve uluslararası platformlarda yaptıkları tüm diplomatik girişimlerde bu milli stratejileri hiç değişmedi:

- Garantörlük kaldırılsın, olmazsa tek yanlı müdahale hakkı kalksın, olmazsa çok uluslu garantörlük olsun, olmazsa garantörlük sadece Kuzeyi kapsasın, olmazsa, 5-10 yıllık bir geçiş sürecinden sonra iptal edilsin vb…deyip durdular STRATEJİLERİ GARANTİLERİ AL-VER’E SOKMAK OLDU Denktaş görevde olduğu sürece, Garantörlüğü asla pazarlık masasına getirtmedi, tartıştırmadı..

Bu yönde Meclis’ten kararlar çıktı..

AKP’ye kadar tüm Türkiye hükümetleri Denktaş’a bu konuda destek verdi. TBMM’de bu konuda oybirliği ile kararlar alındı..

Ne ki, AKP’nin ve dış güçlerin desteği ile Talat göreve gelince, “kırmızı çizgimiz yok, her şeyi görüşmeye hazırız” şeklinde bir politika benimsendi. Böylece Garantörlük de pazarlık masasına getirildi ve al-ver sürecine dahil edildi…

Neticede Annan Planında garantörlüğün 18 yıllık süre sonunda iptalinin görüşülmesi ve Türk askerinin kademeli olarak adadan çekilmesi kabul edildi..

Ne ki, Rum yönetiminin “daha çok isterim” bağnazlığı bizi kurtardı ve Annan Planı uygulanamadı..

Yoksa bugün Türk askeri adadan çıkmış, KKTC bir eyalet statüsüne indirilmiş, topraklarımızın çoğu Rumlara geçmiş, içimize onbinlerce Rum gelmiş olacaktı..

4 yıl sonra yani 2022’de ise garantörlüğün iptali görüşülecekti..

GARANTİLER PAZARLIK MASASINDA KALDI

Ne ki, Talat teslimiyetçiliği, Rumların Annan Planı’nı reddetmesinden yararlanmak yerine kısa süre sonra Garantileri yeniden pazarlık masasına yatırdı…

Nitekim, Talat, Papadopulos’la 8 Ağustos 2006’da ve Hristofyas’la 21 Mart 2008’de yaptığı anlaşmalarda Garantileri yeniden Pazarlık masasına yatırdı ve bu konuyu tartışacak ortak bir komite kurulmasını kabul etti…

Ardından, bu komite oturup garantileri tartıştı ve Talat, ayrı bir müzakere başlığı olarak Hristofyas’la konuyu müzakere etmeye başladı.

VE AKINCI AYNI YOLDA DEVAM EDİYOR

Emperyalist güçlerin desteğiyle göreve getirilen Akıncı da şimdi aynı yolda devam ediyor. Sözcüsü ve müzakere heyeti üyesi Barış Burcu, Akıncı adına yaptığı açıklamada, aynen Talat’ın ilk günler söylediği “kırmızı çizgimiz yok, herşeyi görüşmeye hazırız” demesi gibi, daha ilk günden “garantörlük tabu değildir” diye konuştu..

( Burcu, zaten siyasi yaşamı boyunca, master tezinde de yazdığı gibi Türkiye’yi “işgalci” olarak gören ve garanti anlaşmasının iptalini isteyen biri) Ardından garantörlüğü pazarlık masasına yatırdılar.

Son Cenevre görüşmelerinde garantörlüğün 10-12 yıl sonra iptalini görüşmeyi ve Türk askerlerinin çekilmesini içeren öneri yaptılar..

Böylece, hem de oy birliğiyle alınan Meclis kararını da çiğneyerek garantörlüğün iptalini veya sulandırılmasını konuşmaya başladılar..

Son olarak Guterres’in, garantörlüğün iptalini öngören belgesini de hükümetten, Meclisten ve Türkiye’den habersiz olarak bir emrivaki şeklinde kabul ettiler..

Bu belge temelinde görüşmelere oturmak ve bunu “stratejik bir anlaşma belgesi” olarak imzalamak istiyorlar…

Bunun için Rum tarafına yalvar-yakar oluyorlar…

Görüşmeler başlarsa, Rum tarafı çok sıkı bir pazarlıktan sonra, son anda garantörlüğün devamını sözümona bir “taviz” olarak kabul edecek ama karşılığında “tek yanlı müdahale hakkı olmasın, AB ve BM de garantör olsun, Türkiye sadece Kuzey’i garanti etsin, Annan Planında olduğu gibi Türk askerlerinin sayısı 650’ye insin, hareketleri ve silahları kısıtlansın, 3-5 yıllık geçiş döneminden sonra garantörlük kalksın vb” garantörlüğü sulandıran ve işlemez hale getiren şartlar ileri sürecektir…

Veya, garantörlüğün devamını kabul etmesi karşılığında sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin devamını talep ederek, “İki eyaletli çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında olsun, iki devletli yeni bir ortaklık devleti kurulması talebinden, siyasi eşitlikten vaz geçin, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne katılın, Garantilerde de bazı düzenlemeler yapalım” diyecekler…

Ve, sanki Rumlar büyük bir taviz vermişler gibi, Dünya da bize dönüp “bakın onlar büyük bir taviz verdi, artık siz de bunları kabul edin” diyecek…

İNGİLTERE, ABD, İSRAİL VE AB DESTEKLİYOR

Zaten, İngiltere, sırf Türkiye’yi adadan çıkarmak için, garanti sisteminin kaldırılmasına dolaylı destek veriyor…

“Taraflar anlaşırsa, kendisinin bir itirazı olmadığını” belirtiyor…

Çünkü, Rum tarafı ve AB ile özel bir anlaşma yaparak üslerinin, egemen İngiliz toprağı olarak AB dışında kalmasını sağladı. Egemen üslerini garantiye aldıktan sonra, Türkiye’nin garantörlük hakkını niye savunsun?

Yunanistan da “AB üyesi bir ülkede garantörlük saçmadır…

Yunanistan kendi garantörlük hakkından vazgeçmeye hazırdır, Türkiye de vazgeçsin…” diyor… Çünkü kendisi AB üyesidir ve Rum tarafının askeri-siyasi savunucusudur, dolayısı ile garanti anlaşmasının iptali onun açısından hiçbir sakınca doğurmaz, ENOSİS zaten AB içinde dolaylı olarak gerçekleşmiştir…

ABD, İsrail de Türkiye’yi bölgeden çıkarmak için zaten garantörlüğe karşı çıkıyorlar…

Böylece 1960 Anlaşmalarının imzacılarından olan 3 garantörden ikisi ve iki “Toplumdan” birisi Garanti anlaşmasına karşı çıkıyor..

Tüm Kıbrıs’ı kendi toprağı saydığı ve Türkiye’yi adadan çıkarmak istediği için, AB de bunlara destek veriyor…

Nitekim AB yetkilileri de daha yüksek sesle ve daha katı şekilde “ AB üyesi bir ülkede garantörlük olamayacağını, Türkiye bu konuda ısrar ederse asla anlaşma olamayacağını” söylemeye başladılar…

İşte teslimiyetçiliğin, beceriksizliğin, ilkesizliğin, kırmızı çizgisiz “her şeyi görüşürüm, garantörlük tabu değildir” tavrının ve garantörlüğü müzakere-pazarlık konusu yapmanın bizi getirdiği tehlikeli ve zayıf nokta, ne yazık ki budur. Akıncı, eğer iddia ettiği gibi, güvenliğimize önem veriyorsa, Meclisin ilgili kararına saygı duyarak garantörlüğü pazarlık masasına yatırmaya derhal son vermelidir.. Hele hele “al-ver”e girmeyi asla kabul etmemelidir…

Bunu yapmaması halinde KKTC Meclisi tarafından yetkisiz ilan edilerek müzakerecilik görevinden alınmalıdır. Aksi bir yaklaşım, Kıbrıs’ın 2. Girit olmasını sağlayacak süreci başlatacaktır...