Sokağın sesinden ve ülke adı verilen toprak parçası üzerinde birlikte yaşadığı insanın vicdanından uzaklaşmak, insan olana yakışır mı?

Yakışır mı gazeteci olana, sokağın sesine ve vicdanına sırt çevirmek?

Toplum vicdanında açılan yarayı umursamamak, mümkün mü gazeteci olana?

Ve gazeteci olmaktan öte insan olana ait değil midir, taraf olmak?

Sokağın sesine ve toplumun vicdanına sırt çevirmeyen, her insan taraf olmak zorunda.

Önce insan sonra da gazeteci olan her kalem, demokrasi, insan hakları, ulusal çıkarlar ve evrensel barış’tan yana taraf olmalıdır ki, vicdanın adaleti karşısında başı hep dik olsun.

Tarafsız gazeteci olmak, en büyük yanlış ezberlerinden biridir sadece.

Demokrasi, insan hakları, ulusal çıkarlar ve evrensel barış’tan yana taraf olmak özgürlükten yana durmak ve özgürlüğün sağladığı bağımsızlık ile sokağın sesi ile toplum vicdanına sahip çıkmak, tek yaptığımız.

Yok ötesi, berisi.

Ve dört ana değerden yana taraf olan gazeteci olarak tek bir gücümüz var, halk.

Makam seviciliği yaparak sokağın sesinden ve vicdanından kopmayı vatan hainliği ile eşdeğer sayar, hakaret kabul ederiz.

Kimsenin de gazetecilik öğretmesine ne ihtiyacımız var, ne de vatanseverlik dersi vermesine.

Rahmetli Uğur Mumcu’nun “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” sözünü de destur sayarız.

Destur sayarız çünkü bilgi sahibi olup fikir sahibi olanın makamlara tapmadığını, kalemini makamların ruh haline göre oynatmadığına inanırız.

Rahatsız olan her kim olursa olsun, sokağın sesine ve toplumun vicdanına da ihanet etmeyiz.

Gündeme taşınanlardan, özgürce ve bağımsızca yazılıp çizilenlerden rahatsız olanların olması ve olacak olması da mesleğin doğası gereği ya da cilvelerinden biri.

Demokratik teamüller temelinde ve saygı çerçevesinde fikir beyan etmenin, özgürlüğün gereği olduğunu kabul etmenin de erdem olduğu su götürmez bir gerçek.

Kabul edilse de edilmese de.

Hoşa gitse de gitmese de.

Toplum vicdanının tutuşturduğu içindeki alevin, dışarıya dil vermesidir, kalemden dökülenler.

Demokrasilerde yaşamanın gereği, toplumun vicdanının sesi ve kulağı olmak.

Ve eleştiri ile yaşamaya alışmak da, basın özgürlüğüne saygı ile birlikte insana ve topluma bağlılıkta vücut bulmakta.

Toplumun vicdanı ve kamusal faydanın yılmaz bir savunucusu olarak kalemin yazdıkları karşısında ağır eleştirilerden öte linç edilmeye maruz kalmak ise basın özgürlüğüne olan inancı daha da derinleştirir, o kadar.

Gözümüzü budaktan sesimizi de dudaktan esirgemeden sadece sokağın sesi ve toplumun vicdanının rehberi olmak, dertlerimizden biri.

Diğeri ise; basın özgürlüğü.

Ve nelere kadirmişsin sen “ey özgürlük” diye, kırılmadan kalem yazsın adını “…kapımın eşiğine, kabıma kacağıma, içimdeki aleve…”