Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ulvi Keser 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Haftası ve Çanakkale Muharebelerinin 107. Yılı münasebetiyle açıklamalarda bulundu.

Prof. Dr. Keser Çanakkale muharebelerinin önemine vurgu yaparak “57.084 şehit verilen Çanakkale cephesi 1579’da Sokollu Mehmet Paşa’nın ölümünün ardından 1915 yılına kadar tam 336 yıl boyunca savaş meydanlarından başı eğik ve mağlup çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun ve evlatlarının ayağa kalktığı tarihtir” dedi.

Keser şöyle devam etti;

“1579 sonrası ise Osmanlı için tam anlamıyla bir facia olmuş, özellikle Ruslara karşı girişilen ve son olarak tarihimize 93 Harbi olarak giren 1878 tarihli savaşla birlikte başta İngiltere ve Fransa’nın desteğini tamamen kaybetmiş ve yalnız kalmıştır. Sonrasında sadece savaşlarla değil, örneğin Fransız Devrimi ve yarattığı akımın muazzam etkisiyle başta Balkan coğrafyasında Yunanlar, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar bayrak açmışlar, direnmişler ve Osmanlı topraklarını kendi yurtları yapmışlardır. Ardından Mısır, Tunus, Fas, Cezayir ve On iki Adalar yanında örneğin anlaşmayla dahi olsa Kıbrıs adasının elden çıkması hep bu sürecin birer uzantısıdır ve fiili işgaller ve hiçbir tepkiyle karşılaşılmadan kaybedilen topraklar birer birer elden çıkmış ve devlet güçsüzleşmiş, küçülmüş ve zayıf düşmüştür. Anadolu insanının can vergisi, kan vergisi vererek savunmaya çalıştığı bu topraklar birer birer düşer ve ülke çaresiz bir bezginlikle küçülürken Birinci Dünya Savaşı gelir kapıya dayanır ve Anadolu’nun Mehmetleri bir kere daha “bizim olmayan topraklarda” İstanbul’daki padişah için savaşa sürüklenir. Mehmet yorgundur, Mehmet bezgindir, Mehmet perişandır, Mehmet vatan savunmasında olmakla gururludur; lakin neden Sina çöllerinde savaştığını, neden Arap Yarımadası’nda olduğunu anlayamamıştır. Tıpkı Balkan Harbi bozgunu sonrasında yaşadığı gibi, tıpkı Afrika çöllerinde Trablusgarp’te olduğu gibi cansiperane döğüşür, vuruşur; ancak sormadan da edemez “Kumandanım Galiçya ne yana düşer?” diye. Yüzlerce yıldır ihmal edilmiş, unutulmuş Anadolu insanı ne zamanki bir savaş tehlikesi, bir savaş tehdidi var hatırlanır ve cepheye sürülür. Yine öyle olmuş ve Mehmetler ülkenin dört bir yanından koşmuş ve ön saflarda yine yerini almıştır. Filistin, Sina, Arap yarımadası, Kafkas Cephesi, Galiçya derken bizim olan tek toprak parçası Çanakkale’de kendisini yedi düvelin, düvel-i muazzamanın askerleriyle karşı karşıya bulur. Çanakkale hakikaten Türk edebiyatının o ulu çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca o muazzam şirinde belirttiği üzere “Çağlar üzre destanların özü” ve “yeni Türkiye’nin önsözü müdür?” Öyledir, Çanakkale tam da Türkiye demektir, Türk insanı demektir, Anadolu demektir ve bu topraklarda yaşanılanlar her türlü takdirin üzerindedir. Öyle olunca da milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy da orada yaşanılanları o muazzam Çanakkale destanında “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...    Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe.’ desem sığmazsın.” dizeleriyle aktarır ve bu mücadelenin hakkını verir…” dedi.

“ÇANAKKALE BİR  ZAFERE VE BİR DESTANA DÖNÜŞTÜ”

Prof. Dr. Ulvi Keser Çanakkale Muharebeleri ve burada belirginleşen kahramanlar ve Kıbrıs konusunda da şunları ifade etti;

“Dünyayı yenenlerin yenildiği yer” Çanakkale tam anlamıyla bir kahramanlıklar menkıbesidir bizim tarihimizde. 23 Nisan 1915 günü bugün Anzak Koyu olarak adlandırdığımız kıyıya çıkan Anzak (Avustralian New Zealand Army Corps) askerlerine karşı inanılmaz bir direnç gösteren Yahya Çavuş, Cideli Mahmut Çavuş, Kınalı Hasan, Saka Mustafa, Şefika Hanım, Hilal-i Ahmer’in kahraman ve cesur hemşireleri, doktorları ve sıhhiye erleri, 1915 yılında mezun veremeyen İstanbul Tıp Fakültesi, Tokat’ta “Hey Onbeşli Onbeşli” isimli Çanakkale ağıdına da konu olacak yaşanılan kara günlere ve kaybettiği öğrencilerine saygı olarak renklerini karartan İstanbul Erkek Lisesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözüne uygun olarak bu toprakları vatan bilen Mektebi Sultani’den Agop Sultanyan, Aristos Konstantin, Türk Halk Müziği ve Halk Edebiyatı’nın ulu çınarlarından Mustafa Sarısözen ve ağabeyi Fehmi Sarısözen, 1915 yılında mezun veremeyen Sivas Lisesi ve Balıkesir Erkek Lisesi, Kastamonu’nun Ersizlerdere köyünün bütün erkekleri, “Annem beni yetişirdi bu ellere yolladı. Al sancağı teslim etti Allah’a ısmarladı.” diyerek cepheye koşan ve hiçbirisi geri dönmeyi düşünmeyen Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi), Kastamonulu halk ozanı, edebiyatçı ve halkbilimci İhsan Ozanoğlu’nun Kastamonu’da derlediği o unutulmaz şiirinde “...Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni...” dediği ve Falih Rıfkı Atay’ın “... Bu türküde orada harp edenlerin acıları vardı, memleket hasretleri duyuluyordu.” dediği ezgide adı geçen isimsiz Mehmetler bu zaferin kazanılmasında el ele, gönül gönüle vermiş kahramanlardan sadece birkaçıdır. Çanakkale hasım devletlerin boğaz boğaz, gırtlak gırtlağa geldiği, ülkenin geleceğinin, kaderinin masaya yatırıldığı bir kan gölü olduğu kadar yaralı düşmanına ilaç veren, yemeği paylaşan, sakacılarıyla düşmanın su ihtiyacını karşılayan, Avustralyalı John Simpson Kirkpatrick gibi eşeğiyle ambulans görevi yerine getiren düşmanlara el uzatılan bir centilmenler savaşıdır da. Anadolu insanının kahramanlığı bu cephede Çanakkale komutanlarından Cevat Çobanlı, Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanı ve kılavuzu Hafız Nazmi Bey, Nusrat mayın gemisi kaptanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey, Yüzbaşı Ramazan Ağa, 57. Alay Komutanı Hüseyin Avni Bey gibi vatan evlatlarının askeri dehasıyla birleşince Çanakkale zafere ve bir destana dönüşür. Bu destan ayrıca “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum.” diyen bir komutanın dünya askeri tarihinde yerini alması kaçınılmaz olur ve Limon Van Sanders gibi bir komutana “Bu tümenler birleştirilmeli ve başına yeni bir komutan atanmalıdır.” teklifinin ardından “Kim olmalıdır o komutan?” sorusuna güven ve kararlılıkla “Ben” cevabını verebilen, Alman General Sanders’in alaycı “Çok gelmez mi?“ yaklaşımına da “Az bile gelir.” cevabını verecek olan Mustafa Kemal gibi bir askeri deha ve strateji uzmanını hak ettiği yere taşır.”

Prof. Dr. Ulvi Keser ayrıca Çanakkale’nin Kıbrıslı Türkler açısından da önemli olduğunu, 1916 Ekim ayından itibaren adaya getirilen Türk savaş esirlerinin 30 Mart 1920 tarihine kadar Kıbrıs’taki esir kampında tutulduğunu belirterek, toplam 6.732 Türk savaş esirinin Mağusa’ya nakledildiğini, Gazi Mağusa’daki Çanakkale Şehitliği’nde isimleri tespit edilen toplam 250 şehidin yattığını belirtir ve bu esirlerin kamptan kaçmalarına yardımcı olan Kıbrıslı Türklerin onları Beşparmaklarda “Esirler mağarası” olarak adlandırılan mağarada sakladıklarını, GAÜ olarak bu mağaranın KKTC turizmine kazandırılması için yeni projeler üzerinde çalışmakta olduklarını da ifade etti.