Boston, 9 Kasım 18 (.): Harvard Üniversitesi bünyesinde genetik ve kompleks hastalıklar üzerine çalışan Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi Başkanı Profesör Gökhan Hotamışlıgil, tüketilen kalori miktarıyla yaşam kalitesi ve süresi arasında ciddi bir ilişki olduğunu söyledi.

Yıllar süren diyetler yaptığı halde kilo veremeyenler, verdiği kiloları geri alanlar, kalori hesaplayanlar, gece atıştırmalarından vazgeçemeyenler. Yalnız değilsiniz. Obezitenin küresel bir tehdit olduğu günümüzde birbiri ardına uygulanan diyet reçeteleri, alınıp verilen kilolar, kalori hesapları artık bir çoğumuz için hayatımızın vazgeçilmezleri oldu.

Peki metabolizmanın doğru çalışması için hangi yanlışlardan kaçınmalı?

Öğün araları ne kadar olmalı? Hangi saatlerde yemek yemeli? Hangi besinleri tercih etmeli? Kalori kısıtlaması yaşam kalitesini nasıl etkiler? Bu soruları yanıtayan Harvard Üniversitesi Profesörlerinden Gökhan Hotamışlıgil, beslenmeyle diyabet arasındaki ilişkiyle bu hastalıkların muhtemel tedavi yolları konusunda yaptığı çığır açıcı çalışmalar nedeniyle Avrupa Diyabet Araştırmaları Derneği–NovoNordisk Vakfı Diyabet Ödülü’ne layık görüldü.

Dünyada 425 milyondan fazla kişinin mücadele ettiği diyabet ve 650 milyon kişide görülen obezite alanında yenilikçi araştırmaları teşvik etmek amacıyla üstün başarı gösteren bilimadamlarına verilen bu ödül, Genetik ve Metabolizma Profesörü Gökhan Hotamışlıgil için bir ilk değil.

Dünya çapında bir çok ödülün sahibi olan Profesör Hotamışlıgil’i bu başarıya taşıyan, tüm akademik hayatı boyunca vücudun adaptasyon mekanizmalarına odaklanması. Hotamışlıgil ve ekibi, uç stres koşullarında vücudun kullandığı mekanizmaları çözmeye çalışıyor.

“Vücudun içinde çok güçlü direnç mekanizmaları olduğunu, savunma mekanizmaları olduğunu biliyoruz. Nereden biliyoruz? Çünkü yaşamın önemli bir kısmında diyelim ilk 20 senesinde hemen hemen kurşun geçirmez bir şekilde yaşıyoruz. Vücudumuzda müthiş bir metabolik savunma gücü var. Ve gençlerde çocuklarda bu tür hastalıkların hiç biri gözükmüyor. En azından çok kısa bir zamana kadar gözükse bile çok daha az şiddette gözüküyordu. Buradan yaptığımız çıkarım bizim henüz anlamadığımız ama özellikle uç stres koşullarında vücudu savunma amacıyla kullanılan mekanizmalar olması lazım. Bu mekanizmaları ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Onu yapmaktaki amacımız da eğer bunları ortaya çıkarırsak nasıl idare edebileceğimizi öğrenebilirsek o zaman bu yaşla beraber gelen veya şişmanlıkla beraber gelen zaafiyeti ortadan kaldırabiliriz veya azaltabiliriz. İnsanlara biraz destek olabiliriz. Onu da yaşam tarzı değişiklikleriyle bir araya getirebilirsek çok daha etkin tedavici edici yöntemler geliştirebiliriz. Üzerinde çalıştığımız birkaç mekanizma var örneğin karaciğerin nasıl korunduğu, karaciğer toksik maruzata uğradığında kolestrol yükseldiğinde örneğin veya daha toksik etkileri yüksek maddelere maruz kaldığında ona karşı nasıl direnç gösterdiği veya zafiyet gösterdiği en yeni ortaya çıkardığımız mekanizmalardan biri o. Bizi heyecanlandıran o. Yani aşırı koşullara bakıyoruz. Örneğin kahverengi yağ dokusunun nasıl faaliyet gösterdiğini anlamaya çalışıyoruz. Çünkü enerji yakmaya müthiş bir yeteneği olan bir doku. Ve harekete geçirildiğinde vücudun hem ekstra enerji veren hem de vücudun yağ ve şekerlerden kurtulmasına destek verebiliyor. Bu dokuyu ayakta tutan ana mekanizmaları anlamaya çalışıyoruz. Bir de vücudun içerisinde var olan çok özel maddeler var. Yeni kategori hormonlar var. Çok özel koşullarda az miktarda üretilen, çok özel fonksiyonlar gören, bir büyük çalışma alanımız da o hormonları ortaya çıkarmak ki bunlar yağ tabiatında hormonlar bilinen protein tabiatında hormonlar gibi değil. Dolayısıyla bulunmaları çok zor ama bulunduktan sonra üretilmeleri ve kullanılmaları çok kolay “ diyen Hotamışlıgil, metabolizmanın doğru çalışması için sabit bir formül olmadığını söylüyor.

Gökhan Hotamışlıgil, doğada çok miktarda doğal ve insan sağlığına yararlı madde olduğunu kabul etse de daha çok deneysel olarak ispatlanmış, moleküler kimliği ortaya çıkmış, etkinliği kanıtlanmış, zararları olmadığı bilinen yöntemler üzerinde çalışıyor. Ve insan bünyesinin olağanüstü olduğuna dikkat çekiyor.

“Yemek yedikten sonra o yemeğin ardından vücut inanılmaz bir miktarda sindirimi destekleyecek enzimler üretmek durumunda. Bu söylediğim miktar 100 gram, 200 gram değil de, 3 litre, 4 litre gibi, müthiş bir üretim fabrikası gibi. Nasıl böyle bir üretimi bu kadar kısa süre içerisinde vücut gerçekleştirebilir? Pankreasın bu fonksiyonunun korunabilmesi mesela çok merak ettiğimiz bir konu. Mesela bazı çok ilginç metabolik koşullar, bunların altında yatan hiç bilinmeyen mekanizmalar var. Bunları bulmaya çalışıyoruz ki oradan çok daha güçlü silahlar elde edebilelim insan sağlığını koruyabilmek için. Örneğin kış uykusu mekanizmasını çok merak ediyoruz. Çünkü müthiş bir metabolik değişim meydana geliyor. Emzirmenin altında yatan mesela enerji gereksinimleri nasıl karşılanıyor çok merak ediyoruz ve çalışıyoruz çünkü inanılmaz bir dönüşüm. Bütün memelilerde meydana gelen ve o enerji ihtiyacını karşılayabilmek için bütün yağ dokusundaki depolanmış enerji süt üretimine kanalize oluyor. Ve bunun da mekanizmaları anlaşılmış değil. Çok inanılmaz mucizevi bir dönüşüm gerçekleşiyor” değerlendirmesinde bulunan Profesör Hotamışligil’e göre az kalori aldığınızda hem daha sağlıklı oluyorsunuz ve daha uzun yaşıyorsunuz.

Bu durumu, “Genelde tüketilen kalori miktarıyla yaşam kalitesi ve süresi arasında ciddi bir ilişki var. Fakat o ilişkinin en güçlü olarak gösterildiği yer kalori kısıtlamasından kaynaklanan bir şey yani en düşük organizmalardan örneğin meyve sineğinden ya da kurtlardan tutun, insana kadar uzanan bir yelpazede çok ağır düzeyde yani normal yaşam kalitesini bozacak kadar kalori kısıtlaması yapıldığında bunun beden sağlığı üzerinde çok olumlu etkileri olduğu kesin. Bu bütün hayvanlarda gözleniyor ve yaşam süresini uzatıyor. Fakat bu uygulanabilir bir şey değil. Ve bazı çok istenmeyen sonuçları da var örneğin açlık duygunuz hiçbir zaman ortadan kaybolmuyor. Vücut ısısını korumakta güçlük çekiyorsunuz. Üreme fonksiyonlarını bozabiliyor dolayısıyla yaşam kalitesini açısından olumsuz etkileri olan fakat yaşam süresi ve sağlık göstergeleri açısından çok olumlu neticeleri olan bir şey. Bunun bize öğrettiği vücut bir makine gibi, ne kadar çok işlerse o kadar çok yan ürün ve atık ortaya çıkıyor. Ve onlarla başa çıkması süreç içerisinde gittikçe zorlaşıyor. Aksinin de doğru olduğunu biliyoruz fazla kalori tüketildiğinde sağlık bozuluyor ve yaşam süresi kısalıyor. Fakat bu herkes için tek bir formül var değil. Çünkü altta yatan güçlü değişkenler var yani genetik değişkenler var. Bir de genetik değişkenlerin çevreyle etkileşimi sonucu ortay acıkan ve epi genetik denen yani genetikte varolan kodlanmış bilginin nasıl ifade edilebileceğini belirleyen çevre faktörleri var. Bu tabii kişiler arasında değişiklik gösteriyor ve herkese aynı formülü önermek mümkğn değiş. Tabii bir de şu anda çok üzerinde çalışılan bu kalori kısıtlamasının faydalarını daha kabul edilebilir bir uygulamayla sağlayabilir miyiz? Örneğin bütün kalorileri değil de bazı kalori kaynaklarını azaltarak veya bazı besin ögelerini azaltarak bu yola gidilebilir mi? Ve çok ilginç olan da şu anda en etkin gözüken protein ve amino asit kısıtlamaları, karbonhidrat ve yağ kısıtlamaları değil, genelde bilinenin çok dışında” sözleriyle açıklayan Hotamışlıgil, alınan gıdaların içeriği kadar hangi saatlerde alındığı da çok önemli olduğunu ifade ediyor.

Eğer vücudu uzun süre kalorilerden uzak tutarsanız, zararlı etkilerinden de o kadar uzun süre uzak kalıyorsunuz. Bu da sık sık ama az yeme prensibini benimseyenlerin aslında çok da doğru yapmadığını gösteriyor.

“İnsanın bütün yaşam tarihi göz önüne alındığında bizim erken dönemlerimizde insanların ortaya çıkmasından sonraki erken dönemlerde beslenmenin zamanı bizim içimizdeki saatin çalışmasıyla tamamen örtüşmüş olarak gerçekleşiyor. Geceler ve gündüzler, ne kadar ve ne kadar zamanca yemek tüketildiğini, hangi aktivitenin ne zaman var olduğunu belirliyor. Bir de ışığa maruzatın yine bu saatin göstergesi içerisinde gerçekleşmesi gerektiğini gösteriyor. Fakat modern hayatımıza bakarsak artık ışık yapay olarak var olduğu için içimizdeki biyolojik saatle uyumsuz olarak yaşadığımız bir beslenme düzeyimiz var ve bir ışık maruziyetimiz var. Bu geçmişe döndürüldüğünde bunun çok faydalı etkileri olduğu görülüyor. Fakat insanlar üzerinde sınırlı çalışma var fakat hayvanlar üzerinde çok dramatik etkileri var. O da aslında yediğiniz şeyin miktarı ve cinsinden daha çok yemek tüketme süesiyle tüketmeme süresinin oranına bağlı yani bir gün içerisinde ne tüketecekseniz onu 10 veya 12 saat içerisinde tüketip geri kalan 12 ya da 14 saat tüketmezseniz bir çok kalorinin ya da gıdanın getirdiği zararlı etkiden korunabiliyorsunuz deneysel ortamda. Kısacası iki değişken var. Bir tanesi gıdanın içindeki ana besin ögesi kategorilerinden yani karbonhidrat yağlar ve proteinler. Hangisinin ne oranda olduğu çok önemli ve belirleyici. İkincisi de gıdanın günün hangi saatler içerisinde tüketildiği onun getireceği sonuçları belirlemek açısından çok önemli. Gece atıştırmaları hiçbir faydası olmayan ve benim hiç tavsiye etmeyeceğim şeyler” diye konuşan Hotamışlıgil’e göre yiyeceklerin insanların hayatında vazgeçilmez ve belirleyici olmasının nedeni beynin yemeği ödül olarak algılaması.

“Neslin devamı için gerekli refleksler hem genetiğin hem biyolojinin en çok yer ayırdığı şeyler dolayısıyla beslenmeniz şart. Dolayısıyla besini arayan bütün o refleksler çok güçlü bir şekilde beynimize kodlanmış durumda artı bir şeyden hiçbir zaman vazgeçmememiz için onun ödüllendirilmesi lazım dolayısıyla beynimizde bütün keyif ve ödül merkezleri yiyeceklere cevap veren şekilde organize edilmiş. Dolayısıyla yediğiniz zaman keyif alıyorsunuz. Aynı şey üreme için de geçerli. İkinci neslin devamı için üreme lazım. Dolayısıyla en hayati fonksiyonlar hep ödül mekanizmalarına endeksli. Gıdada o yüzden vazgeçilmez bir şey haline geliyor” ifadelerine yer veren Gökhan Hotamışlıgil, tam 30 yıl önce başlayan Amerika serüveninde zirveye ulaşmış. Ve zirveden, genç nesillere, geleceğin akademisyenlerine şöyle öğütler veriyor:

“Değişmeyen tek şey insanın en çok heyecan duyduğu coşku duyduğu alanı bulup orada çok çalışması yani bu değişken hiçbir zaman ortadan kalkmayacak. Kurumlara veya sonuçlara odaklanmamak lazım. Tabii ki burası çok kıymetli bir üniversite çok büyük bir üniversite içinde çok kıymetli beyinler var. Çok ilginç programlar var. Her yer gibi çok kıymetli, çok parlak olmayan programlar da var yani her çeşit burada da var. Çok büyük ve yerleşmiş bir kuruluş olduğu için önemli bir merkez. Çok sayıda beyni bir araya getiren tabii bu üniversite tamamen bilime odaklanmış bir eyaletin içerisinde oturuyor. Karşı tarafında MIT var. Bu ikisi çok iyi bilindiği için söylüyorum ama bunun dışında 60 tane daha üniversite var. Küçücük bir eyalette 2-3 milyon nüfusu olan. Binlerce teknoloji şirketi var. Çoğu yaşam bilimlerine veya biyolojiyle mühendisliğin kesiştiği noktaya odaklanmış yani muazzam kritik bir kitlenin içerisinde var olan bir ortam. Ama bu sadece burada ilginç işler yapılıyor burada hayat var gelecek var demek değil. Bunun gibi ben size 50 tane yer sayabilirim. Çok ilginç programların olduğu parlak zihinlerin olduğu bir çok kuruluş var dolayısıyla eğitim ve bir yere yerleşme açısından belli bir kuruluşa ya da markaya takılmakta çok bir fayda yok tabii olursa güzel olur. Bir sakıncası yok ama sanki bütün hayatın amacı buymuş gibi düşünmek çok yanlış.”

Gökhan Hotamışlıgil ve ekibi, insan vücudunun sırrını çözmeye çalışıyor. Ve araştırmalarından elde ettikleri her yeni sonuç, bilim dünyasına katkıda bulunmaya, insanların hayatını değiştirmeye, belki de beslenmeyle ilgili çok daha farklı ufuklar açılmasına neden olacak.

(VOA/TUĞ/ŞEB)