Endonezya’da, yoğun yağmur ormanlarının gölgesinde bembeyaz kumsallarla kaplı gerçek bir cennet Waigeo. “Dört Krallık” anlamına gelen Raja Ampat’ın dört adasından biri. Hayat orada okyanusun sunduklarıyla dönüyor: Balıktan dibi görünmeyen sular, ağaçtan oyma kanolar, gümüş peşinde gece avlanan balıkçılar... Ama zaman doğal kaynakların aleyhine işliyor.

Endonezya Papua’sı yakınlarındaki Raja Ampat yani “Dört Krallık” adaları Batanta, Salawati, Misool ve Waigeo, dünyanın en zengin doğal hazinelerine sahip yerlerden. Hem sualtı, hem de karasal olarak gezegenin eşsiz biyolojik çeşitliliği Raja Ampat’ın her yerinde kendini gösteriyor. Dünyanın en zengin mercan çeşitliliğine sahip olduğu anlaşılan bölge, yakında UNESCO Dünya Mirası olarak ilan edilecek ilk deniz alanı olacak. Yoğun yağmur ormanlarıyla kaplı karasal alanlar başta cennetkuşları olmak üzere çok sayıda nadide kuşu barındırıyor.

Waigeo, Dört Krallık Adaları’nın en kuzeyinde. Girintili çıkıntılı kıyıları, kireçtaşından oluşan sayısız küçük adanın serpildiği körfezleriyle masalsı görüntüler içeriyor. Mercan resiflerinin ve mangrov ormanlarının hemen her yeri kapladığı Waigeo halen keşfedilmeyi bekleyen bir coğrafya. Raja Ampat’ın Endonezya içerisinde halen çok zor ulaşılabilen bir yer olması ve az sayıdaki yerel nüfus, bölgenin kaynaklarının fazla tahrip olmadan bugünlere gelmesindeki en önemli sebep. Dalış turizminin parlayan bir yıldızı olmasına rağmen Waigeo’da hiçbir turistik tesis yok. Az sayıda tekne bu sularda meraklılarına dalış turları düzenliyor.

Waigeo’nun hemen güneyinde, adeta ona bitişik olan ve sadece dar bir kanalla ayrılan Gam Adası’nın etrafından kanala yaklaşıyoruz. Bütün kıyı mangrov ormanlarıyla çevrili. Dar kanal bir nehir gibi gelgite bağlı şiddetli bir akıntıya sahip. Orman yer yer kanalı tamamen kaplıyor. Kıyıda kimi yerde mercanlar devrilen ağaçların üzerinden kollarını suyun dışarısına kadar çıkarmışlar. Kıvrıla kıvrıla devam eden kanal bir anda sona eriyor, tabii akıntı da. Güneşin parlak ışıkları Kabui Körfezi’ni aydınlatıyor. Birkaç küçük köy dışında Kabui Körfezi’nde insan yerleşimi yok. Zaten kireçtaşından oluşan adada tarım yapabilecek toprak parçası da yok. Hayat her gün okyanusun sunduklarıyla dönüyor. Öylesine zengin bir okyanus var ki, çocukların bile aç kalması imkânsız.

Bessir köyünün iskelesine yaklaşıyoruz. Bir gün bu köyü göreceğim aklımdan bile geçmezdi. 1860 yılı Eylül ayında ünlü doğabilimci Alfred Russell Wallace, ilk Batılı olarak buraya gelmiş. Köylüler tarafından getirilen ve ömründe gördüğü ilk canlı cennetkuşunu eline aldığında “Kalbim yerinden çıkacak gibiydi...” diye anlatır Malay Arçipelagosu adlı kitabında. Bir süre burada kalarak kırmızı cennetkuşu ve Wilson cennetkuşu numuneleri toplar. İskelenin üstü kızlı erkekli çocuklarla dolu. İskelenin altındaki milyonlarca balık suyun dibini görmeyi imkânsız kılıyor. Çarpma oltalarıyla dakikalar içerisinde kilolarca balık yakalıyor çocuklar. Günün bütün protein ihtiyacı bir oyun içerisinde karşılanıyor. Alfred Russell Wallace’ın kitabı elimde köyü dolaşıyorum. Tarif ettiği hemen her şey yerinde duruyor. Fazladan eklenen, değiştirilen bir şey yok gibi. Kıyıda suyun içerisinde oynayan çocuklar bile sanki aynı kitapta yazdığı çocuklar. Elektriksiz, bilgisayarsız, oyuncaksız dünyanın en mutlu çocukluğu böyle olmalı diyor insan; bembeyaz kumlar, hep sıcak, hep balıklarla ve mercanlarla dolu bir okyanusun kıyısında. Köyün hemen arkasında yükselen tepelerde uçan kuşlara bakıyorum dürbünümle. İki tane erişkin boynuzgaga gürültülü bir şekilde süzülüyor. Cennetkuşlarının gösteri yaptıkları ağaçlar biraz daha içerilerde.

Kabui Körfezi’nde balıkçılık ağaçtan oyma, yandan destekli kanolarla yapılıyor. Ölçek o kadar küçük ve sürdürülebilir ki, balık nüfusu ve türleri üzerinde herhangi bir baskı unsuru oluşturmuyor. Bu sürdürülebilir balıkçılığa ilave olarak Sulawesi Adası’ndan gelen Butonlu balıkçılar tarafından yapılan bir balık tutma yöntemi daha var. Sezonluk olarak Kabui Körfezi’ne gelen Butonlu balıkçıların peşinde olduğu bir tür gümüşbalığı. Elektriğin ve soğutma sisteminin olmadığı çoğu uzak Endonezya sularında avlanan balıklar daha çok kurutulmuş olarak tüketiliyor. Kabui Körfezi’ne yılın belirli döneminde göç eden gümüşbalıkları, boyutlarından ötürü rağbet edilen ucuz bir balık türü.

2011Üzerindeki ağaçları keserek kendilerine geçici köyler kuran Butonlu balıkçılara ise yerel Papua ırkı balıkçıları uzaktan mesafeli bakıyorlar. Büyük ahşap teknelerle gelen Butonlu balıkçılar, yanlarında ihtiyaç duyabilecekleri pirinçten yakıta her şeyi getiriyorlar.

Ekibin yaşlıca birkaç üyesinin yanına gidip tanışıyoruz. Adı Ahmad olan balıkçıya ne avladıklarını, yöntemlerini soruyoruz. Ahmad iki gövdeli ağaçtan oyulma kanolarla gece açılıp ışık yaktıktan sonra gümüşbalıklarının gelmesini beklediklerini anlatıyor. Neden Sulawesi’den buralara kadar geldiklerini sorduğumda, Sulawesi ve Buton Adası civarında gümüşbalıklarının çok avlandığını ve artık azaldığını söylüyor. Bu kıyıların el değmemiş olduğunu, Kabui Körfezi’nde denizlerin sakin ve kamp kuracak adaların olmasının işlerini kolaylaştırdığını anlatıyor. Ağaçlardan temizledikleri yamaçlara kurdukları tezgâhlarda, avlanan balıkları kurutacaklar. Bu kadar çok tezgâh dolacak mı merak ediyor insan. Yarın av partisine katılıp katılamayacağımızı soruyorum. Memnuniyetle kabul ediyorlar. Hava kararmadan burada olun 2011diyor Ahmad.

Yanımıza yiyecek ve üzerinde uyuyabileceğimiz matlar aldıktan sonra uykusuz ve yıldızlı bir gecenin beklentisi heyecanıyla balıkçıların kampına gidiyoruz. İki gövdeli ağaçtan oyulma teknelerin tamamı motorsuz. Akşam güneşin ışıkları Kabui Körfezi’nin kireçtaşı falezlerini yalamaya başladığında balıkçıların geçici köyünde hareketlilik başlıyor. Pompalı kerosen lambalar dolduruluyor, fitilleri itina ile kontrol ediliyor. Balıkları cezp edecek ışık kaynakları bunlar. Her tekneye iki adet veriliyor. Erkekler teknelere doğru hamle yaparken kampta kalan kadınlar hazırladıkları yemekleri paketliyorlar. Pirinç ve bir miktar pişmiş balık, Uzakdoğu’nun değişmez besini. Kumanya hazırlama işi sona eren kadınlar, dik yamaçta kurulu tahta evlerden çocukların aşağıya düşmemesi için onlara göz kulak olma işine geri dönüyorlar.

Motorlu bir tekne gürültüyle çalışıp diğer motorsuz tekneleri açık denize doğru birer birer taşımaya başlıyor. Her teknede iki kişi var. Teknelerden bir tanesine yaklaşıyoruz. Siyah çok ince, neredeyse elek sıklığında bir ağ iki gövde arasında işleyecek şekilde monte ediliyor. Renkten renge giren gökyüzü sonunda kararıyor. İyice karanlık bastığına kanaat getiren teknelerin bir tanesinde kerosen lambanın yanmasıyla diğerleri 2011de aynı şeyi yapıyorlar. İki gövdenin ortasında denizin tam üzerine asılan lambalar, karanlığın içerisinde küçük bir fener alayı ortaya çıkarıyor. Lambanın fitili hafif bir gürültüyle yanıyor. Neredeyse göz kamaştıracak kadar parlak. Hafif rüzgâr ara sıra gazyağı kokusu getiriyor. Saatler geçmeye başlıyor.

Kimi zaman yıldızlara kimi zaman parlak lambalara takılıyor gözlerim. Işığa gelen balıkların ara sıra atlayışları duyuluyor. Bazen de daha büyük balıklar küçükleri kovalıyor. Lambanın gücü azaldığında gaz pompalanıyor, parlaklık geri geliyor. Üç dört saat sonra tekneden işaret geliyor; yaklaşıyoruz. Siyah ağı yavaşça gövdenin birinden diğerine doğru çekiyorlar. Sonunda yüzeye gelen ağın içerisinde balıklar parıldamaya başlıyor. Teknenin gövdesinin içerisine doldurulan gümüşlerin yanında daha iri balıklar da var. Ortalığı balık kokusu kaplıyor. Çırpınan balıklar yavaş yavaş ölüyorlar. Lambalar kerosen dolduruluyor ve yeni bir seans daha başlıyor. Hava aydınlanana kadar devam ediyor av.

Motorlu tekne görünüyor, sabahın ilk ışıklarıyla av teknelerini kampa doğru çekmeye başlıyor. Kıyıya gelen teknelerdeki balıklar hasır sepetlere doldurulup elden ele yukarı taşınıyor. Tezgâhların üzerine sıra sıra elle serilen balıkların taze kokusu ortalığı kaplıyor. Eller, kollar, yüzler balık pulu içerisinde. Denizin bereketi güneşin yardımını bekliyor kurumak için. Biraz da tuz eklenince çuvallara dolmaya hazır olacaklar. Bugün Butonlu balıkçıları bu sulara getiren sebepler, yarın Tayvan, Kore ve Çinli balıkçıların endüstriyel gemilerle daha büyük balıklar için gelmelerine yol açacak. Raja Ampat’ın UNESCO Dünya Mirası ilan edilmesi bölgenin gerçek anlamda geleceğe taşınacak bir koruma statüsüne kavuşmasına sebep olacak. Tabii denetimlerle korunma sağlanabilirse.

Balıkçılık, ekosistemin sunduğu armağanlar arasında ekonomik olarak ilk sırayı alıyor Raja Ampat’ta. Sonrasında yıldızı parlayan sektör ise inci çiftlikleri.

Bol besinli sularda istiridyelerin gelişiminin hızlı olması, rüzgâr ve dalga etkilerinden uzak korunaklı koylar Avustralya kökenli büyük firmaları Waigeo Adası’na çekmeye başlamış. Körfez içerisinde ziyaret ettiğimiz çiftlikte üretim safhalarını öğreniyoruz. İstiridyenin içerisinden çıkan parlak bir taşın binlerce dolar edebilmesi ne tuhaf. İstiridyelerin bakımlarını yapan dalgıçlarla sohbet ediyoruz. Büyük mangrov alanlarına yakın çiftlik, ara sıra tuzlu su timsahlarının ziyaretlerine de maruz kalıyormuş. Geçen hafta büyük bir timsah dalgıçları rahatsız etmeye başlayınca vurmak zorunda kalmışlar.

Yakın gelecekte turizm muhtemelen bu iki sektörü yakalayacak. Sualtı ve suüstü bu kadar zengin ve dokunulmamış bir coğrafya bir turizm hazinesi. Şimdiden birkaç adada doğaya son derece uyumlu birkaç otel servis vermeye başlamış. Lüks ve büyük teknelerin sayısı her geçen gün artıyor. Etkili koruma sürdürülebilir bir geleceğin vazgeçilmez unsuru. Waigeo’nun hemen güneyindeki Kri ve Dört Krallık Adaları’ndan Misool Adası’ndaki oteller kendi alanlarını çok ciddi koruyabiliyorlar. Bu bölgelerde balıklar her yerden daha fazla.

2011Waigeo muhtemelen en iyi dalış bölgelerinin başında geliyor. Ada genelinde henüz keşfedilmemiş birçok bölge ve kıyı var. Yapılan bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu verilerin zenginliği dünya genelinde yarattığı heyecan, önce hepsini koruyalım sonra araştırmaya devam ederiz şeklinde.

Raja Ampat bugüne kadar edinilen tecrübelerin ışığında geleceğe yönelik bir koruma sembolü olabilir mi? Konuyla ilgili çalışan uzmanların görüşüne göre, Endonezya hükümetinin de daha istekli davranması gerekiyor. Şimdilik uzaklığın koruduğu Raja Ampat artık dünyada duyulmaya başladı. Papua anakarasında maden aramak ve işletmek için bastıran Amerikan ve Kanada şirketlerinin hükümetteki lobileri, acaba bir gün doğal bir ortamın korunması için de baskı yapmayı düşünebilecekler mi? Hepimizin bildiği bir gerçektir, zamanın doğal kaynakların aleyhine işlemesi…