Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin “coronavirüs”ü bahane göstererek bazı sınır kapılarını geçişlere kapatmasının ardından ortaya konan tepkiler, Anastasiadis hükümetinin alınan kararı uzatmasının ardından başka bir boyuta taşındı.

Rum polisinin, kararı protesto etmek isteyenlere biber gazı sıkması ve cop ile müdahale etmesi ise tansiyonun yükselmesinin en büyük etkeni oldu.

Rum Yönetiminin amacı ne?

Veya soruyu diğer bir boyutu ile sorarak şeytanın avukatlığını yaparsak, Rum Yönetimi tansiyonun yükselmesinden ne medet umuyor ki hem kararı uzatma yoluna gidiyor hem de kararı protesto eden Kıbrıslı Türklere ve Rumlara biber gazı ve cop ile müdahale ediyor?

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Kuzey Kıbrıs ekonomisine darbe vurmak için aldığı tek taraflı kararın “coronavirüs” ile yakından uzaktan ilgisinin olmadığı da ortada.

Kuzey Kıbrıs ekonomisine darbe vurma amacıyla alınan kararın ardından protestoların toplumsal bir olay’a doğru evrilmesi ile Kıbrıs’ın kuzeyinde bugün toplumsal barış’a da darbe vuruldu.

Şapka düştü kel göründü.

Ve tüm yaşananların ardından Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve diğer tüm parti liderlerinin alacağı siyasi pozisyon çok önemli.

Kıbrıs Türk siyasetine yön veren tüm kesimlerin artık bekleme, “sin da gülle geçsin” kısırlığı içerisinde olmaması gereken bir döneme girmekte, Kıbrıs.

Lokmacı sınır kapısında yapılan protestolar veya ortaya konan toplumsal iradenin, basit bir olgu olmaktan öte daha derin sonuçlara gebe olduğunu görmek, görebilmek gerek.

Lokmacı sınır kapısında yaşananlar, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir süreliğine bir kenara bırakmamız gerektiğini de söylemiyor mu, aslında.

Üretmeyen ve kısır tartışmaların ötesine geçemeyen iç siyasetin üzerindeki ölü toprağını atması gerektiğini de yüzümüze tokat gibi vurmuyor mu, tüm yaşananlar.

Sadece bir açıklama ve yazılı protestonun çok ötesinde yapması gerekenler var, siyasi kanaat önderlerinin.

Siyasi kanaat önderleri bugün, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir tarafa koyarak ve inisiyatif üstlenerek partiler üstü bir irade ortaya koymak zorunda.

Ve yaşanan olaylar bir kez daha gerçekleri gözler önüne sermekte.

Kıbrıs Türk tarafına en yoğun geçişlerin sağlandığı Lokmacı sınır kapısının “coronavirüs” bahane edilerek tek taraflı kapatılmasına imza atan güneydeki statüko, siyasetin çirkin yüzünden öte 1950’lerden beri Rum siyasetine egemen olan üst akıl’ı bir kez daha ortaya koyarak Kıbrıslı Rumların sürdürülebilir bir anlaşma ve kalıcı bir çözüme ne kadar uzak durduklarının da bir kez daha sergiledi.

Ve Lokmacı sınır kapılarında protestocuların sloganları arasında en dikkat çekici ve bir o kadar da eksik olanı, “faşizme karşı omuz omuza” idi.

“Rum Faşizmine Karşı Omuz Omuza” sloganı ile tek yürek olmalıydı, Kıbrıs Türkü.

Özellikle de UBP-HP Hükümeti Ekonomi ve Enerji Bakanı, Ulusal Birlik Partisi Lefkoşa milletvekili Hasan Taçoy’un Rum Yönetiminin aldığı kararı protesto edenlere destek amacıyla Lokmacı sınır kapısına gitmesi ile de olaylar başka bir boyuta daha taşındı.

Peki, tüm yaşananlar Kıbrıs Türk toplumuna önemli dersler verdiğinin ne kadar farkındayız?

Öncelikle, çözüm, anlaşma ve benzer siyasi söylemlerin hiç kimsenin tekelinde olmadığını, Kıbrıs Türk solunun anlaması gerekli.

Kıbrıs’ta barış ve çözümü savunmak sadece belli bir zümrenin tekelinde olduğunu ve bunu kendisinde bir hak olarak gören, Kıbrıs Türk solu’nun “tekelci” eğilimi, en başta demokrasi ve sol değerlere hiç yakışmamakta.

Keşke bir siyasi sembol olarak “turuncu kravatı”nı çıkararak Lokmacı sınır kapısına gitseydi, Ekonomi ve Enerji Bakanı.

Ve keşke, Cumhurbaşkanlığı seçimini bir kenara bırakarak, Kıbrıs Türkü’nün hakları için, Lokmacı sınır kapısında ayni dakikalarda bulunan Cumhuriyetçi Türk Partisi Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman ile Hasan Taçoy, kol kola omuz omuza Rum faşizmine karşı yürüseydi, yürüyebilseydi.

Keşke Cumhurbaşkanlığı seçimini bir süreliğine unutarak, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Başbakan Ersin Tatar, Başbakan Yardımcısı Kudret Özersay, ana muhalefet başkanı Tufan Erhürman, diğer muhalefet partileri DP Genel Bakanı Fikri Ataoğlu, TDP Genel Başkanı Cemal Özyiğit ve YDP Genel Başkanı Erhan Arıklı ile birlikte Lefkoşa Türk Belediyesi Başkanı Mehmet Harmancı kol kola, omuz omuza, yürek yüreğe önce zihinlerdeki barikatları yıkıp sonra da Lokmacı sınır kapısına birlikte yürüseydi.

İşte o zaman başka bir dünya ve başka Kıbrıs mümkün olurdu.

Sürdürülebilir bir anlaşma ve kalıcı çözüm umutları daha da güçlenirdi.

Ve bir kez daha anlaşılırdı ki, Kıbrıs’taki sorun Rum faşizminden başkası değil ve “Rum faşizme karşı omuz omuza” sloganı ile önce zihinlerimizdeki barikatları sonra da Rum tarafının çağdışı kararlarının etkilerini hep birlikte ortadan kaldırmak tüm kesimlerin görevi.

Ve tüm kesimlerin de sağduyu ve toplumsal barış’tan uzaklaşmamak gibi olmazsa olmazları olduğunu unutmaması toplumsal bir sorumluluktan öte bir görev.

Kıbrıs’taki sorun faşizm değil, Rum faşizmin olduğu da tüm çıplaklığı ile bir kez daha ortaya çıktı.

Kıbrıs Türk solunun da bu siyasal ve toplumsal gerçeği görmesi umudu toplum vicdanında sürmekte.

Ve kapanacaksa el kapıları “…yaşamalı bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine*….”

Bu davet ve hasret, Kıbrıs Türk’ünün, başkasının değil.

*Nazım Hikmet Ran – Davet şiiri