Günden güne azalan alım gücü ,yükselen döviz ve artan borçlar,bir bir kapanan iş yerleri ,artan hırsızlık ve şiddet olayları ,eğitimde sağlıkta yaşanan onlarca sorun arasında şimdi bunumu dert edelim diyenleriniz olacaktır.

Fakat bunuda artık gayle etmeniz gerekiyor.

Çünkü eğer bu sorunu umursamaz ve önlem almazsanız yukarıda saydıklarımızdan çok daha büyük bir sorun kapımızın önünde ve içeride girdi girecek.

Eğer bu sorunla ilgili farkındalığı her bir birey olarak genele yaymazsak çocuklarımıza "sıcak" ve "sağlıksız" torunlarımıza ''çok sıcak'' ve ''daha sağlıksız'' bir dünya bırakacağımız gereceği artık teori değil bir gerçek.

Biz bu dünyayı terk ettikten sonra onlar daha fazla hasta olacaklar. Emin olun bizim yaşadığımızdan daha az yaşayacaklar.Bunu isteyenlerimiz olabilirmi.

Açıkçası sanmıyorum.

Temiz Hava Hakkı Platformu’nun açıklamasına göre, hakemli tıp dergisi Lancet'te yayımlanan “Lancet 2019 Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım Raporu (Lancet Countdown)” adlı yeni rapor, iklim değişikliğinin hali hazırda çocukların sağlığına zarar verdiğini ve Paris Anlaşması hedeflerine ulaşılamadığı durumda bir neslin tamamının refah seviyesini etkileyeceğini ortaya koyuyor.

Yüksek karbon emisyonları ve iklim değişikliğinin mevcut şekliyle devam ettiği bir süreçte bugün dünyaya gelen bir çocuk, 71. yaş gününde yaklaşık 4˚C ısınmış bir dünya ile karşılaşacak.

Bugün 1 derecelik bir artışın nelere sebep olduğunu görüyoruz.Fırtınalar kasırgalar.Ani bastıran selli yağmurlar ,ceviz büyüklüğündeki dolular.

Soğuk günler, soğuk geceler ve don olayları karasal alanların çoğunda daha az sıklıkla görülürken, sıcak günler ve sıcak geceler daha sık görülüyor. Deniz seviyeleri yükseliyor.

Buzul gölleri artıyor. Karasal sistemlerde kuş göçü ve yumurtlama olaylarının zamanlamalarında değişiklikler görülüyor.

Deniz ve tatlı su biyolojik sistemlerinde buz örtüsü, tuzluluk, oksijen seviyelerinin yanı sıra sıcaklık değişimleri gözleniyor.

Yükselen sıcaklıklar ve yağış oranlarının düşmesi kuraklık ihtimalini artırırken, bu durum su ve besin kaynaklarını tehdit ediyor.

Uzmanlar "su kıtlığı yaşayan insanların" sayısının önümüzdeki 20 yıllık sürede 180 milyondan 250 milyona yükseleceğine dikkat çekiyor

Bu durum, gelecek neslin sağlığının, hayatlarının her aşamasında tehdit altında olması anlamı taşıyor.

Paris Anlaşması, bugün doğan bir çocuğun 31 yaşına geldiğinde, gelecek nesillerin daha temiz hava, güvenli içme suyu ve besin değeri yüksek gıdaların güvence altına alındığı, küresel ölçekte 2050 net sıfır hedefine ulaşıldığı bir dünyada yaşaması anlamına geliyor.

Raporun öne çıkan bulguları ise şöyle:

Bugün doğan bir çocuk, fosil yakıtlar ve artan sıcaklıkların etkisiyle ergenlik ve yetişkinlik dönemleri boyunca daha fazla toksik hava soluyacak.

Bu durum, özellikle akciğerleri gelişmekte olan gençlere zarar veriyor. Bu nedenle hava kirliliği, akciğer işlevinin azalmasına, astımın ilerlemesine, kalp krizi ve felç riskinin artmasına sebep oluyor.

Bugün doğan çocuklar ergenlik dönemine geldiklerinde hava kirliliğinin etkisi daha da artmış olacak.

Sıcaklık artışının, yetersiz beslenme ve artan gıda fiyatları gibi sonuçlarının yükünü en çok çocukların taşıyacağı öngörülüyor.

Bulaşıcı hastalıklardaki artıştan en çok etkilenecek kesimin de çocuklar olması öngörülüyor.

‘’Bu iş daha çok sanayileşmiş ülkelerde yaşayanların sorunu çünkü havayı en fazla onlar kirletiyorlar’’Amerikalılar Çinliler önce bu sorunu çözsün diyenler olduğunu duyabiliyorum.

Fakat emin olun ister Amerika ister Çin olsun onlarıda zorlayacak harekete geçirecek bizimde birey olarak yapabileceklerimiz var.

Hem yurttaş hem de tüketici olarak hükümetlerini ve şirketleri yapılması gereken değişiklikler konusunda adım atmaya zorlayabiliriz.

Eğer biz hayatımızdan memnun bir şekilde bu konuda sesimizi çıkarmazsak onlarda bu konuda bir şey yapmak için koltuklarından kımıldamayacaklardır.

Yüksek karbon salınıma neden olan sektörlere(Örneğin, karbon salınımı en fazla olan havayolları ) yatırım yapan şirketlerden ve diğer işletmelerden kaçınabilir günlük yaşantımızda bu tür mal ve hizmet alımından uzak durabiliriz.

Bu bakımdan en etkili yöntem otomobil kullanımını sınırlamaktır. Plastik ve ambalajlı ürünleri satın almaktan kaçınmaktır.

Otomobil kullanımı, yürümek, bisiklete veya toplu taşıma araçlarına binmekten çok daha fazla çevre kirliliğine neden olur.

Sanayileşmiş ülkelerde kişi başına düşen CO2 salınımı yılda 9,2 ton civarında. Otomobil kullanımından vazgeçmek bunun dörtte bir oranında azalması anlamına geliyor.

Konutlarda kullanılan enerji kaynağı olarak güneş enerjisinin maliyeti 2010'dan bu yana yüzde 73 azalmış ve Latin Amerika,Asya ve Afirka'da en ucuz elektrik enerjisi kaynağı haline gelmiştir.

Fosil yakıtların yanı sıra iklim değişikliğine en fazla etkide bulunan faktör gıda sanayi, özellikle et ve süt ürünleri.

Dünyadaki sığır sürülerini bir ülke olarak düşünsek, sera gazı salınımı bakımından Çin ve ABD'nin ardından üçüncü sırada gelirdi.

Et üretimi küresel ısınmaya neden oluyor.

Sığır beslemek fazla miktarda su tüketimi, sera gazı salan gübre kullanımı ve geniş arazilerin otlak olarak kullanılması anlamına gelir. Bu arazilerin bir kısmı ormanları yok ederek elde edilir.

Bu konuda fark yaratmak için ille de vejetaryen veya vegan olmak gerekmez. Et tüketimini yarıya indirmek bile karbon ayak izinin yüzde 40 azaltılmasını sağlar.

Bunun etkisini artırmak üzere işyerleri toptan et kullanımını sınırlayabilir.

Uçaklarda fosil yakıtı kullanılıyor ve buna başka bir alternatif enerji kaynağı henüz bulunamadı.

Güneş enerjisi kullanımı ile ilgili deneyler yapılmış ve başarılı olmuşsa da bunun ticari yolcu uçaklarında kullanılması on yıllar alacak görünüyor.

Normal bir transatlantik uçuş sırasında havaya 1,6 ton CO2 salınır. Bu Hindistan'da bir kişiye düşen yıllık miktara eşdeğer.

Bazı bilim insanları bu konuda adım atmak için toplantı yerine uçakla gitmek yerine uzaktan bağlantılı telekonferans yöntemini kullanıyor.

Ayrıca uçak yerine trene binmek, uzak ülkelere değil yakın yerlere tatile gitmek de uçuşları azaltıyor.

Satın aldığımız her şeyde ya üretim yöntemi ya da ürünün taşınması vasıtasıyla oluşan bir karbon ayak izi vardır.

Örneğin tekstil, küresel üretim kaynaklı CO2 salınımının yüzde 3'ünü oluşturuyor. Modadaki hızlı değişimin giysilerin kullanım ve dayanma süresini azaltması da bu oranın yüksekliğine katkıda bulunuyor.

Ürünlerin uluslararası hava, deniz, kara ulaşımı ile uzak ülkelerden ithal edilmesi de karbon ayak izini artırır.

Ayrıca bazı üreticilerin yoğun enerji kullanan seralarda mevsim dışı ürünler üretmesi de ekstra bir yük yaratır.

Bu nedenle kendi bölgemizde yetişen ürünleri ve mevsim ürünlerini tüketmek gerekir.

Bazı araştırmalar, çocuk sayısının az olmasının iklim değişikliğine yaptığımız katkıyı azaltmanın en iyi yolu olduğunu ortaya koysa da bu sonuç tartışmalı.

Zira burada, çocukların karbon salınımından ebeveynlerin mi sorumlu olacağı, çocuk sahibi olmanın bir insan hakkı olduğu gibi felsefi sorular devreye girer.

Ortalama bir insanın yıllık CO2 salınımı 5 ton civarındadır. 16,5 ve 11,5 ton ile ABD ve Güney Kore en yüksek ortalamaya sahiptir. Pakistan ve Filipinler gibi gelişmekte olan ülkelerde ise bu ortalama 1 tona kadar düşer.

Aynı ülke içinde bile zenginlik durumuna göre CO2 salınımı farklılık gösterir, zenginleştikçe miktar artar.

Ve ağaç dikin

Ağaç dikmek iklim değişikliği ile mücadele etmenin en etkili ve en masrafsız yolu.

Bir grup araştırmacının Science’ta yayımladıkları bir makaleye göre, iklim değişikliğiyle savaşmanın en iyi yolu ağaç dikmek olabilir. Çünkü ağaçlar fotosentez sırasında atmosferdeki karbondioksiti tüketirken oksijen ve besin üretiyor. Özellikle hızlı büyüme sürecindeki genç ağaçlar atmosferden yüksek miktarda karbondioksit alıyor

Benim tek başıma yapacaklarım toplamı ne kadar etkiler?diyebilirisiniz fakat

İsveçli çevre aktivisti Greta Thunberg geçen sene sadece ailesine ve okuluna değil, şirketlere ve hükümetlere de meydan okuyup tek başına eyleme geçtiğinde 15 yaşındaydı.Şimdi bütün dünyada milyonlarca kişi Greta'yı izliyor

Çevre konusunda bir kişide gelişen duyarlılık eğiliminin başkalarına da yansıdığını gösteriyor araştırmalar.

Örneğin bir mahallede güneş enerjisi kullananlar varsa diğerlerinin de aynı şeyi yaptığı veya insanların artık daha az et yediğinin telkin edildiği bir kafede siparişlerde et oranının azaldığı görülüyor.

Zira sosyal bilimcilere göre, çevremizdeki insanların ne yaptıklarını gözlüyor, inanç ve eylemlerimizi ona göre ayarlıyoruz. Komşularımız enerji tasarrufu, çevre koruması, geri dönüşüm gibi konularda adım atmışsa bizim de atma olasılığımız yükselir.

İster Çinde ister Türkiyede isterse Kıbrısta olsun, iklim değişikliği herkesin hayatını etkileyecek.

Bireysel düzeyde değişim beklemek, ülkeler-üstü değişimi geciktirmektedir; Çünkü politikada çok aktif bir role sahip olan fosil yakıt endüstrisi, bu gecikmeler için halkı suçlayabilmektedir: "İnsanlar değişmekte zorlandığı için iklim krizi devam ediyor.", "Biz hala kâr edebiliyoruz; çünkü birçok insan halihazırdaki yaşamlarından memnunlar." diyebilmektedirler.

Bunun için, insanlarla konuşurken en çok karşılaştığım soru ‘’ben ne yapabilirim ki ‘’oluyor. Onlara hep aynı şeyi söylüyorum:

“Gerekmedikçe araba sürmeyin. Yapabiliyorsanız yürüyün , işlerinizi yürüyerek yada bisiklet kullanarak halledin

ve insanları örgütleyin.

Eğer yaşadığınız yerde bu konuda bir mücadele yoksa mahallenizden Avutralyaya kadar, çarşıda pazarda sizinle mücadele edecek birilerini arayıp bulun’’

Bunları yaptıktan sonra eğer hala ‘’Vaktim var’’diyorsanız , o zaman tüm ampüllerinizin LED olduğundan ve buzdolabınızda mevsiminde yetişen ürünler olduğundan emin olun.