Koç Üniversitesi rektörü Umran İnan, insanlığın 50 yıl içinde Dünya'yı terk etmesinin anlamsız olduğunu ve teknolojik olarak mümkün olmadığını ifade etti. İnan, Dünya'nın uzun yıllar insanlığın tek evi olmayı sürdüreceğini ve gerekli olan tüm kaynaklara sahip olduğunu belirtti.

İnsanlık 21’inci yüzyılda geride kalan ilk 10 yılın ardından, yıllarca bilimkurgu filmlerine konu olan bir geleceğin temellerini oluşturan teknolojileri geliştirmeye başladı. Günümüzde en çok ileriye dönük yatırım yapılan alanlardan biri uzay ve havacılık.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler günümüzde uzay-havacılık yatırımlarını hızla artırıyor, uzay turizmciliğinden madenciliğine, Mars’ın keşfinden radyasyon kuşaklarının analiz edilmesine kadar sayısız proje çizilip hayata geçirilmeye çalışılıyor. Tam 36 yıl boyunca ABD’nin Stanford Üniversitesi’nde akademisyenlik yapan ve uzay araştırmalarına sağladığı katkıdan dolayı NASA’nın Antarktika’daki karla kaplı bir dağına adını verdiği Türk bilim insanı Umran İnan, uzay keşfinin önemini ve yakın gelecekte bu alanın bize yararlı olması adına neler yapılması gerektiğini ntvmsnbc’ye anlattı.

2009’dan bu yana Koç Üniversitesi rektörlüğü görevinde bulunan İnan, ‘uzayın sınırları olmayan genişliğiyle insanların hem hayal gücünü, hem de teknolojik kabiliyetlerini geliştirmesi adına mükemmel bir araştırma alanı olduğunu’ belirtti. Dünya’yı terk ederek Mars veya başka bir gezegene yerleşmenin gereksiz ve olanaksız olduğunu ifade eden İnan, teknolojinin barış ve düzen içinde yaşamamızı bize öğreteceğini anlatırken, merak ettiğimiz birçok soruya cevap verdi:

İnternette hakkınızdaki kalıplaşmış bilgileri bir kenara koyarak kısa bir özgeçmişinizi sizin ağzınızdan alabilir miyiz?

Ankara Koleji mezunuyum. 1972 yılında ODTÜ’den mezun olduktan sonra 1973 yılında aynı üniversitede yüksek lisans yaptım. Daha sonra ABD’nin California eyaletindeki Stanford Üniversitesi’nden burs alarak  akademik eğitime orada devam ettim. Stanford Üniversitesi’nde doktoramı verdikten sonra aynı üniversitede öğretim üyesi olarak atandım. 36 yıl boyunca burada öğretim üyesi olarak görev aldım.

Uzun yıllar yakın uzay olarak tanımladığımız, dünyanın çevresindeki fiziksel olayları inceleyen çok kapsamlı çalışmalar gerçekleştirdik. Uydular, uzay mekiği veya Antarktika’da kullanılan bir araştırma platformu olsun, birçok projede yer aldım, 50’den fazla doktora öğrencisini mezun ettim. Atmosferin ötesinde, elektronlarla protonların elektromanyetik dalgalarla nasıl etkileşime girdiğini analiz eden ve modelleyen birçok çalışmada bulundum. Ayrıca, okyanuslarda, gemilerde ve kutuplarda gerçekleştirilen araştırmalarda görev aldıktan sonra 2009’da Koç Üniversitesi’ne rektör olarak atandım.

Stanford’da hâlâ doktora öğrencilerim var ve bazı çalışmalarım devam ediyor. Hatta geliştirilmesi tamamlanmış olan ve 2015 yılında fırlatılacak bir uydu projesi mevcut. ABD’de bir uydu projesi yaklaşık 15 yıl sürüyor. Şu an fırlatılmak için hazır hale getirilmiş olan uydu projemiz de 1999-2000 yıllarında başladı. Tüm testlerinin yapılmasının ardından bir roketle dünya etrafında bir yörüngeye atılması aşamasına geldi. Her zaman her boyutta ve güçte roket bulamadığınız için bizim projemiz de uzaya atılmak için sırasını beklemek durumunda. Biz de, 2015 yılında roketin de hazır olmasıyla atılacak olan bu projeyle yapılacak olan gözlemlere hazırlanıyoruz. Tabii ki roketleri de bizim projemizi fonlayan devlet kurumları Lockheed Martin veya Northrop Grumman gibi uzay havacılık ve savunma firmalarına inşa ettiriyor.

Uzaya bir uydu gönderilmesi sürecinde en zorlayıcı kısım hangisi?

Uzay görevlerindeki en zor aşama, bir şeyi uzaya gönderebilmek. Uzaya gönderdiğiniz her bir kilogramın çok büyük masrafı var. Roketin teknolojik donanımından kullanacağı yakıtın masrafı bir yana, gönderilen uydunun uzayda belirlenen görev süresi boyunca bozulmadan çalışması gerekiyor. Ancak genel olarak zorluğu kilograma dökebiliriz. Gönderilecek olan cisim ne kadar ağırsa bu iş de o kadar zorlaşıyor. Örneğin elinizde 200 milyon dolarlık bir proje varsa, bu projenin üçte ikilik kısmı o cismi uzaya atabilmekle ilgili.

Benim genel olarak inandığım şey, uzaya atacağınız bir uydunun hangi görevi yerine getireceği bilim insanları için ne kadar önemliyse, toplum için aslında o kadar önemli olmayabilecek olması. Toplum için önemli olan bu tür çalışmaların yapılıyor olmasıdır. Eğer bu tür çalışmalar yapılmazsa, uzayı anlamamış oluruz. Uzayın anlaşılmaması dünya yüzündeki toplumsal yaşamımız  için çok önemli olmayabilir ancak bu çalışmaların eksik kalması halinde, hem hayal gücümüzü törpülemiş oluruz hem de uzayı anlamak için verilecek çabanın bize kazandıracağı teknolojik gelişimlerden mahrum kalmış oluruz.

‘UZAY ÇALIŞMALARI ABD TOPLUMUNA SAYISIZ FAYDA GETİRDİ’

ABD’ye bakarsanız, bu toplumda 1960’lı yıllarda başlamış olan uzay çalışmaları, bugüne dek sağladığı teknolojik gelişmelerin tüm yan faydalarını topluma yansıttı. Bu gelişmelerin en önemli yan faydalarından bir tanesi, insan beynini ve hayal gücünü tetiklemesidir. Yani, insanların yaşamadığı yerlere siz teknolojik bir araç götürerek araştırmalar yaptığınız zaman, hem hayal gücünü hem de teknolojiyi sonuna kadar sorguluyorsunuz. Bu zorlamanın getirdiği bir motivasyon ve bu motivasyonun getirdiği bir kazanım var. Bu kazanımı sağlamak için çaba göstermek zorundayız.