Ayasofya ya da Ayasofya-i Kebir Camii, tam 2 kez yıkılmış ve yeniden yapılmış dünya kültürel mirasının başyapıtlarından biri.

“Üçüncü Ayasofya” adı ile arkeoloji literatüründe yer almasının nedeni ise 2 kez yıkılıp yeniden inşa edilmesi.

2 kez yağmalanmasının ve yıkılmasının sebebi ise Haçlı seferlerinden başkası değil.

Ve her ne kadar Hristiyan dünya tarafından kabul etmek haz edilemese de, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet Han’ın hoşgörüsü ve Tanrı’nın evine olan saygısından dolayı içerisinde yer alan mozaik ve duvar resimleri İslam inancı ile çelişmeden ve tahrip edilmeden korunarak kapatılmış ve harap durumdaki Ayasofya restorasyona alınarak günümüze kadar gelebilmesi sağlanmıştır.

Fetih sonrası Camii’ye çevrilen Ayasofya’nın adının değiştirilmemesinin nedeni de, Osmanlı Devlet geleneği ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın hoşgörüsü ve saygısından başka bir şey değildir.

Ve yine anlatılmayan bir diğer tarihi gerçek ise Bizans döneminde defalarca kubbesi çöken Ayasofya’nın günümüze kadar dünya kültürel mirasının başyapıtı olarak gelebilmesinin nedenlerinden bir diğeri ise II. Selim’in emri ile Mimar Sinan’ın kubbe’ye yaptığı müdahaleler ile Ayasofya’nın kubbesinin bir defa daha  çökme yaşamamasında başka bir şey değildir.

Tarihin cilvesidir bilinmez ama Ayasofya’yı bir kez daha yıkılmaktan kurtaran II.Selim’in adı ise Lefkoşa’da yer alan ve fetihten sonra Selimiye adı ile Camii’ye dönüştürülen Ayasofya Katedraline verilir.

Ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı karar ile müzeden yeniden Camii’ye dönen Ayasofya ya da Ayasofya-i Kebir Camii, bir kez daha dünyanın gündeminde.

1934 yılında alınan bir karar ile ibadete kapatılan ve müzeye dönüştürülen Ayasofya ile ilgili alınan yeni karar sonrası ortaya konan tepkiler ise akıl tutulmasının ötesine geçememekte.

Kararı, Ayasofya’ya yapılan bir saldırı gibi yorumlayan sığ düşünceler bir yana Ayasofya’nın ya da Ayasofya-i Kebir Camii’nin günümüze kadar gelebilmesinin en önemli nedeninin Osmanlı İmparatorluğu ve Fatih Sultan Mehmed Han ile sonrasında tahta oturan padişahlar olduğunu görememek ise vicdan körlüğünden başka bir şey değil.

Sadece Anadolu ve İstanbul değil fethedilen diğer tüm ülkelerdeki dini ve kültürel yapıların Osmanlı İmparatorluğunun koruması altında günümüze kadar gelebildiğini kabul etmek gerek.

Hristiyanlığa ait tek bir mozaik veya duvar resminin tahrip edilmemesi ve günümüze kadar ulaşabilmesi, Osmanlı İmparatorluğunun yönetim anlayışı ve siyasal felsefesi yanında kutsal olan her şeyi “Bir” tutma duruşundan dolayı değil de nedir?

Bugün, Ayasofya bir sembol olmaktan öte Devlet tarihimizin bir emaneti olarak tüm görkemi ile dünyaya varoluş nedeninin Anadolu’daki Türk varlığı olduğunu haykırmakta.

Ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, imzaladığı karar ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ve Kıbrıslı Türklerin de tarihinin ayrılmaz bir parçası olan Osmanlı İmparatorluk geleneğinin Türk Devletinin temellerinden biri olduğunu dünyaya bir kez daha ilan ederek önemli mesajlar vermekte.

Türkiye Cumhuriyeti, Ayasofya’nın kültürel zenginliğinin tıpkı Osmanlı İmparatorluk döneminde olduğu gibi korunarak müze statüsünden çıkarılarak Camii olarak ibadete açılmasının derin anlamı ve maneviyatı ile tüm İslam ülkelerine de önemli mesajlar vermekte.

İslam dininin farklı kurgular ile gösterilen bir din olmadığının da en büyük göstergelerinden biri atılan adım.

Ve ortaya konan irade ile de tüm İslam alemine, kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de tasvir edilen gerçek Müslümanlığı yaşayış biçiminde lider ülke ve rol modelin de artık bugünden itibaren Türkiye Cumhuriyeti olduğu ilan edilmekte.

Anavatan Türkiye Cumhuriyeti ister adına Ayasofya ister Ayasofya-i Kebir Camii densin, dünyaya tek bir şey söylemekte ;

“Hepsi Bir, Hepsi Hak’tan…”

 Ayasofya ya da Ayasofya-i Kebir Camii’nin yeniden Camii olarak ibadete açılması ile “yeni bir çağ” ve “ yeni bir dönem” başlıyor.

Ve “yeni bir Dünya” ile birlikte artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.