Akıncı çaresiz. Akıncı kan kaybediyor. Kaybettiği kanı karşısında kan politikası yapacağını çok iyi bildiklerinden kendi damarına geçirmeye çalışıyor.

Bahtsız memleketimi hep kan kusan, kan konuşanlar temsil ediyor. Akıncı en çok acıtan oluyor. Çünkü bunu barış, kardeşlik, anlaşmak gibi hepimizin hassasiyetleri olan kelimelerin ve kavramların ardından usul usul yapıyor.

İki kan politikasının arasına sıkışan herkesin yüreği kan ağlıyor. Bırakın ilhakı, Türkiye göçmenlerinin ve hatta sizin yerleşikler diye ifade ettiklerinizin azımsanamayacak bir kısmı da adada anlaşma istiyor. Bırakın ilhakı, ada halklarına entegre olup Avrupa Birliği üyesi bir Kıbrıs'ın parçası olmak istiyor. İnsanların önemli bir bölümü, kendilerinden Türkiyeli kimliğine sarılmasını isteyenlerin dili ile Kıbrıslı olmadıklarını haykıranların benzer dışlayıcı diline sıkışıyor. İkisinden başka alternatif yokmuş gibi davranılıyor.

İlhak değil, adadaki herkes gibi AB kimliği ile Kıbrıs’ın içinde yaşamak istedikleri gerçeği ile yüzleşemeyen Akıncı solu, bölünmeye yönelik açıklamalar yapıyor. Kendileri ile çelişircesine hem Annan planında hem Crans-Montana'da Türkiye’nin politikalarının Kıbrıs’ta anlaşmaya evet demek olduğunu paylaşıyorlar, hem de ortaya ilhak lafını atıp, saldırıları körükledikten sonra "biz işimize bakacağız, bize böyle saldıranlara halk cevap verecek" diye açıklama yapıyorlar. Ama en büyük mesele de Akıncı’nın politik tükenmişliği değil mi? Bir vizyonu olmaması. Aksi halde merkez soldan kayma stratejisine neden dönsün?

Şimdilerde sürekli bana “Akıncı söylemlerinde hep istikrarlıdır” demeye yeltenen enteresan insanlar türedi. Motivasyonları benim için belli olmasına belli ama var sayalım dalalet değil de gaflet içerisindedirler. Ya da geçler vardır, geçmişi çok iyi bilmeyen, o zaman çocuk olan, şimdi oy verme yaşına gelen. Onlara tarihsel bir perspektif verelim. Kendi bildiklerimizi su yüzüne çıkaralım, okur tartsın, düşünsün, kendi için karar versin. Akıncı 16 sene önce seçimlere girerken kendi listesinden vekil seçilmesini istemediklerini eleyebilmek için hangi stratejileri kullanmıştı biliyor musunuz?

“Türkiye ne paranı ne oyunu istiyoruz” diyenleri inkâr etme stratejisi gütmüştü. Yanında kendinden sonra koltuğu alacak olanların içinden örnekler göstererek “benim partimde eşi Türkiyeli olanlar var, onlar bu söyleme kırıldı, bu bizi temsil eden bir duruş değildir” demişti. Doğru da demişti. Halkın içindeki insanları genelleştirmek, onları dışlayan söylemler yapmak, kişileri Türkiye’nin güdümünde oy veren varlıksız, yetkinsiz insanlara dönüştürmek çok kötü bir söylemdir, çok dışlayıcı bir politikadır. O günlerde buna karşı çıkan Akıncı bu günlerde, hükümet olduktan, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, nasıl bağımsızlaşabileceğimizle ilgili formül üretmek konusunda bir arpa boyu yol gidemediği halde 16 sene önce inkâr ettiği söylemelere sığınıyor. İnsanları bölgesel politikada mümkün olmayan bir ilhaka karşı korkutuyor, Türkiye bizi il yapacak diyor. 16 sene önce radikal bulduğu ve içinden bunu söyleyenleri partisinden uzaklaştırdığı söylemleri, şimdi kendisi kullanıyor. O zaman kökten TKP’li olanlardan uzaklaştırmak istediklerine, Türkiye ve Türkiyeli karşıtı demişti ve bu söylemle de onları partisinden bertaraf etmişti. Şimdi, bu merkez soldan kayışının bugün sandıkta kendisi için nasıl sonuçlanacağını da bekleyip hep birlikte göreceğiz.

Akıncı politikalarında samimi değil. Ne Rumlara azınlık olalım ne Türkiye’ye bağımlı olalım diyor demesine ama the Guardian’a verdiği demece bakın. Gazeteye verdiği İngilizce demecin Türkçe çevirisini yayınlamış bu yazıyı kaleme aldığım akşamın ge vakitlerinde. Ancak, o çeviri ile the Guardian’ın yazdıklarının çoğu benzeşmiyor. Türkçe metinde “Türkiye’nin resmi olarak bir ili olacağımızı söylemiyorum. Fakat bağımlılığımız daha da fazla görünür olacak” dediğine yer veriyor. The Guardian Akıncı’nın ağzından şöyle diyor: “The North would grow increasingly dependent on Ankara and could end up being swallowed up, as a de facto Turkish province”, yani “kuzey artan bir hızla Ankara'ya bağımlı olacak, Türkiye tarafından yutulacak ve fiili olarak Türkiye'nin bir ili olacak". Akıncı’nın Türkçe metinde Rumlara yaptığını iddia ettiği eleştiriler de İngilizce the Guardian haberinde hiç bir şekilde yoktur. Akıncı metni tekzip de ettirmedi bildiğim kadarı ile, ya da mülakat metninin tamamının yayınlanması talebinde de bulunmadı the Guardian’dan. O yüzden İngilizce’de yayınlanmasına izin verdiği metinde, Türkiye’nin bağımlılık getiren politikalarını eleştiriyor, ilhak diyor, tarihsel olarak kendisine, Kıbrıslıların tarihine, siyasi şartlarına ve politik ideolojilerine hiç uymayan bir siyasi karakteri hakaretamiz bir tavırla ağzına alıyor, başkalarının politik duruşlarına saygısının nerede olduğunu gösteriyor. İçinde bulundukları toprak parçasının geleceği ile ilgili saygı gösteremediği insanlar Türkiye’den çıkarken, Boris Johnson ve İngiltere’nin Brexit kararına “alkışlamadım ama saygı gösterdim” diyor. Çifte standartla kimisini horlarken kimisinin kararına saygı gösteriyor.

Bununla da yetinmiyor, the Guardian’da İngilizler’den kendisini bu durumdan kurtarmaları için “yardım” istiyor. Eşit ortaklık arayışında olduğumuz toplumunun önünde kurtuluş için “yardım” istemek masada bizi ne hale getirecektir? Siz, siyasette kendisine mahkûm bir “lideri” ya da bir toplumun temsilcisini kendinize eşit görür müsünüz? Akıncı the Guardian’a verdiği demeçte büyük bir gaf yaptı. Bu gafı ortadan kaldırmak için kendisini destekleyenlerden biri sosyal medyada bir “yorum” yaptı. Bu yorum ilginç bir şekilde Akıncı’nın the Guardian’da ne söylediğine değil tersine neyi söylemediğine dikkatimi çekti. Okuduğum yorum, “uluslararası ticarete açılmakta Rumların ticaretimizin önünde durduğunu, Yeşilhat tüzüğü ile ilgili engel çıkardığını, bu engeli çıkarmayı bırakması gerektiğini ve bu sebepten de İngilizler’den Akıncı’nın yardım istediği” çıkarımına gidiyor. Bu enteresan yorum üzerinde düşünmeye değer çünkü Akıncı aslında the Guardian’a Rumlar’ın Kıbrıs Türk toplumunu ekonomik olarak Türkiye’ye bağımlı kılmaktaki rolü ile ilgili tek satır laf etmedi. Etmeliydi, bu konuyu konuşmalı, Kıbrıslı Türkleri bu meselede böyle bir platformda savunmalıydı. Yeni yayınladığı Türkçe metinde bunu yaptığını söylüyor. Gerçekten söyledi ise ve the Guardian söylediklerini çarpıtabildiyse, Kıbrıslı Türklerin sesi olamama haline bakar mısınız? Kendi çalar kendi oynar, dünyaya her yönlü sıkışmışlıklarımızı anlatamaz durumda kalan bir Cumhurbaşkanı halini pekiştiriyor.

The Guardian’da, büyük büyük babası Türk olan (Johnson bununla bir bağı olmadığını defalarca söylemesine rağmen bu yazıda vurgulanmış) Boris Johnson’dan Rumların Yeşilhat tüzüğünün uygulanması için engel çıkarmaması için Akıncı’nın elbette ki bir talebi olmuyor. The Guardian’a göre Akıncı “Ankara ile iyi ilişkileri olan İngiltere’nin Kıbrıs görüşmelerini yeniden başlatmasında yardım etmesini istiyor”. Yani şikâyet ettiği ve görüşme masasının kurulmamasından suçladığı aktör Türkiye. Rumların yorumda okuduğum gibi Kıbrıslı Türklere Yeşilhat Tüzüğü üzerinden uluslararası ticarette engel çıkarıyor olmasını şikâyet etmemiş.

Yani Akıncı hem nalına hem mıhına vuran bir Kıbrıslı Türk temsilci değildir. Bu yazıda Türkiye’yi şikâyet ediyor ama Rumlar ile ilgili hiçbir eleştirel yaklaşım getirmiyor.

Kıbrıslı Türklerin bağımsızlaşabilmesi için her türlü prangadan kurtulması gerektiğini hep yazdım. Akıncı’nın bu politikacı olacağını sandım ama her gruba karşı Kıbrıslı Türkleri savunan bilinci Cumhurbaşkanlığı pratiğinde hiç göremedim.

Benim de pek çokları gibi yüreğim kan ağlıyor. O kanı da oylarınızla çekip ona hayat bulsun diye verecek misiniz?