Herkes politikacı olabilir, herkes siyaset yapabilir, ama herkes devlet adamı olamaz...
Atatürkçü bir Devlet adamı ile sıradan politikacı esnafının birbirinden farkı, birincisinin ulusal çıkarları; kişisel, zümresel, ideolojik ve partisel çıkarların önünde tutarken, ikincisinin tam aksi yönde davranmasıdır...
Atatürkçü Devlet Adamı, ulusal bağımsızlık için, Türk ulusunun onuru için, özgür ve egemen yaşaması için, demokrasi için, kendi siyasal geleceğini yok etme pahasına, gerekli kararları hiç tereddüt etmeden alan, bu bağlamda emperyalist dış baskılarla, içteki çıkar çevrelerine direnen, Atatürk devrimleri ile ilkelerini bir yaşam tarzı olarak benimseyen ve savunan kişidir....
Siyaseti kendisine ve yandaşlarına bir geçim ve istikbal kapısı olarak gören politikacı esnafının ise, ulusal çıkarlarmış, ulusun onuru imiş, emperyalizme karşı direnmekmiş, bağımsızlık, egemenlikmiş, Atatürk devrimleri ve ilkeleriymiş, hiç umurlarında değildir...
Onlar için önemli olan, kendilerinin, yandaşlarının, partilerinin, ideolojilerinin çıkarları ve siyasi gelecekleridir...
Bu uğurda, bir devleti, bir ulusu rezil rüzva etmeyi dahi göze alabilirler, teslimiyetçilikten yabancılar önünde diz çökmeye kadar her yola rahatlıkla başvurabilirler...
Bugün aramızdan ayrılışının 13. Yıldönümünde saygı, hasret ve minnetle andığımız rahmetli Bülent ECEVİT, bu türden bir politikacı değil, kelimenin tam anlamı ile büyük bir ATATÜRKÇÜ DEVLET ADAMIYDI...
Zaten bu nedenledir ki, KARAOĞLAN yakıştırması ile Türk Ulusu onu bağrına basmıştı...
Zaten bu nedenledir ki, Türkiye’de ve yurt dışındaki muhalifleri bile ona her zaman büyük saygı duymuş ve ortaya koyduğu görüş, değerlendirme, öneri ve eleştirilere büyük değer vermişlerdir...
Ecevit’in uzun siyasi yaşamında, hiç kimse O’nun boğazından tek kuruşluk haram para geçtiğini, tek kuruşluk haksız kazanç sağladığını, banka hesaplarına tek kuruşluk çalıntı para girdiğini, emperyalist güçlerle işbirliğini yaptığını, Cumhuriyetimize ve Ulusumuza ihanet ettiğini söyleyemez, söylemiyor...
Zaten, O’nu, halkın gönlünde Karaoğlan yapan da, emperyalizme karşı dik duruşu, dürüstlüğü, yoksulun, fakir fukaranın yanında olan duruşu ve buna uygun sade, gösterişsiz yaşam tarzı, “ Su kullananın, toprak işleyenin” deyişinde özetlediği dünya görüşü, bağımsızlık ve egemenliğe sahip çıkışı olmuştur...

ABD’YE KARŞI DURUŞU VE BARIŞ HAREKATI
Bülent Ecevit, Türkiye’de dış güçlerin provoke ettiği büyük bir kardeş kavgasına son vermek için 1971’de oluşturulan askeri yönetimin ardından, 1973 yılında, CHP-MSP koalisyonunun Başbakanı olarak iktidara geldi...
Önce CHP’de büyük Devlet Adamı İsmet İnönü’den görevi devralarak partiyi demokratik sol bir çizgiye oturttu...
Sonra, “ su kullananın, toprak işleyenin” sloganı ile, toprak ağalığına son vermek için büyük bir toprak reformu başlattı...
Köylüyü güçlendirmek için ABD tarafından konan haşhaş üretimi yasağını takmayarak, devlet kontrolünde üretimi serbest bıraktı...
Demokrasiyi geliştirmek için ardı ardına birçok reformcu yasalar çıkardı...
Sendikaların ve sivil toplumun örgütlenmesi önündeki yasakları kaldırdı...
Dış politikada ABD’den bağımsız ve 3. Dünya ülkeleri safında, çok yönlü dış politika çizgisi izlemeye başladı...
ABD’nin ECEVİT’in izlediği politikalardan rahatsızlığı artarken, bir anda gündeme 15 Temmuz Faşist Yunan Darbesi geldi...
Darbenin arkasında ABD vardı ve amacı, hem, kaşla göz arasında adayı Yunanistan’a bağlayarak, Atina’da iktidara getirdiği Yunan Cuntasını kahraman yapıp güçlendirmek, hem de, Kıbrıs’ı NATO üyesi Yunanistan’ın bir parçası yapmak suretiyle Sovyetler’in Doğu Akdeniz’de önünü kesmekti...
Kıbrıs Türk Halkı, bugün olduğu gibi, o gün de ABD’nin umurunda bile değildi...
Türkiye’nin güvenliği, ulusal onuru ve milli çıkarları, bugün olduğu gibi o gün de ABD’nin umurunda değildi...
Bu nedenle daha ilk anda “ bu bir Yunan güdümlü Enosis hareketidir, Türkiye buna izin vermeyecektir” diyen Bülent Ecevit’i durdurmak için her türlü baskıyı, tehdidi, şantajı yaptı..
Ne ki, Türkiye’de Başbakan olan kişi, baskı ve tehditlere pabuç bırakmayacak olan Bülent Ecevit’ti...
Ve, ABD ile İngiltere’nin tüm baskı ve tehditlerine direnerek 20 Temmuz 1974 sabahı Türk ordusunu adaya gönderdi, 45 yıldır devam eden sağlam barışın ve bir gün elbette imzalanacak olan iki devletli bir barış anlaşmasının, fiziki, siyasi, sosyal, demografik, kültürel, ekonomik temellerini oluşturdu...
Bülent Ecevit, bir barış adamıydı...
Şairdi...
Eğer Rum-Yunan ordusu Enosisi önlemek ve barışı sağlamak için adaya gelen Türk ordusuna ateş açmasaydı, karşı ateş açılmayacaktı, kimse ölmeyecekti...
Ecevit’in emri buydu…
45 yıldır Akıncı hala anlamamasına rağmen, yapılan bir Barış Harekatıydı, harekata “Barış Harekatı” adını koyan da Ecevit’ti…
Ecevit, Barış Harekatı ile Kıbrıs Türk Halkının yeniden doğuşunu, özgürlüğünü, bağımsızlığını, egemenliğini, self-determinasyon hakkını özgürce kullanabileceği ve ekonomisini özgürce geliştirebileceği koşulları sağladı...
Kendi ayrı bölgesinde toplanarak kendi devletini kurmasına ve yönetmesine imkan yarattı...
Mutlak bir soykırımı ve ENOSS’i, adanın Yunanistan’a ilhak edilerek bağımsızlığının ortadan kaldırılmasını, Rumlar arasında devam eden kardeş kavgasını önledi ve ekonomilerinin gelişmesini sağlayacak barış ortamını yarattı...
Bugün eğer KKTC’de, kendi bayrağımızın ve yönetimimizin altında, Türk ordusunun güvencesinde, Anavatanın koruyucu kanatları altında barış ve huzur içinde özgür ve bağımsız olarak yaşıyorsak, bunu o günün hükümetine ve o hükümetin Başbakanı Bülent Ecevit’e borçluyuz...
Bir düşünün, Ecevit, ABD baskılarına boyun eğip Barış Harekatı kararını vermeseydi, ENOSİS gerçekleşmez miydi, Kıbrıs Türk Halkı soykırımdan geçirilmez miydi?
Kıbrıs Türk Halkı, bu durumu değerlendirerek Bülent Ecevit’in büyüklüğünü, Devlet Adamı niteliklerini asla unutmamalı, asla vefasızlık göstermemelidir...
O’nun anısını yaşatmak için daha çok caddeye ismi verilmeli ve Girne’nin Toroslara bakan uygun bir meydanına heykeli dikilmelidir...
Çünkü Ecevit, gerçekten heykeli dikilecek, her bakımdan örnek alınacak bir insandır...

BİRÇOK KEZ KONUŞMA ONURUNA ERİŞTİM
Büyük insan Bülent Ecevit’le birçok kez konuşma onuruna eriştim.
Bir keresinde Oran’daki evine gitmiş ve o sade, mütevazi evinde uzun bir söyleşi yapmıştım. 1983 yılında henüz siyasi yasaklıyken Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu olarak onu KKTC’ye davet etmiş ve Saray Otel Balkonundan, Atatürk Meydanı’nı dolduran onbinlerce kişiye hitap etmesini, bir konferans vermesini sağlamış, onuruna bir de resepsiyon vermiştik...
O ziyaret sırasında çektirdiğimiz fotoğraflar albümümün en değerli ve onur veren hatırası olarak duruyor...
O’nunla son karşılaşmamız ise yanılmıyorsam 1995 yılında Başbakan Hakkı Atun’un Özel Kalem Müdürü iken KKTC’ye yaptığı ziyaret sırasında olmuştu...
Saray Hotel’de yediğimiz yemekten sonra aynı arabada Başbakanlığa gelmiş ve O’na, kitap haline getirdiğimiz, ancak kendisinde kalmayan 1983 Konferansı’nın kitaplarını kitaplığımdan vermiştim...
Bu arada Kıbrıs davasını geleceği konusunda bende derin izler bırakan analizlerini dinleme imkanım olmuştu:
Kıbrıs sorununun 1974’de çözülmüş olduğunu ve bundan sonra ancak iki devletli Konfederal bir anlaşmanın olabileceğini söylüyordu...
O’nun o gün yaptığı bu değerlendirme, bugün için de aynen geçerliliğini koruyor...
O’nu asla unutmayacağız, unutmamalıyız....
Rahat uyu kurtarıcımız büyük insan…
Rahat uyu Atatürkçü büyük devlet adamı...
Türk ulusu ve kopmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı, seni asla unutmayacaktır...