Yağmurdan korkan ülke
2-3 yıl önce bir gün bakan ve kaymakam gazetecilerin önünde poz veriyor. Arka planda iş
araçları ve devam eden kazı çalışmaları var. Dudaklar oynuyor, aralarından kesin mi kesin söylemler
dökülüyor: “Lefkoşa’nın sanayi bölgesinin yağmur sularından kaynaklanan sorununu çözdük”.
Hepimize anlatılan martaval kazılan bir bölge ve yığılan toprak ile her yağmur yağdığında Venedik
kanallarını andıran o bölgede bu manzaraların artık yaşanmayacağı idi.
Ekim ayı ile yağmurlar da başlayınca anladık ki bırakın Lefkoşa’daki sanayi bölgesini,
hastanenin önündeki yol tam bir felaket. Yenikent de ayni. Ayni film başka bölgelerde de izleniyor…
Yurt dışından misafirlerle Lefkoşa’da idik. Arasta’da alış veriş ve Büyük Han’da öğle
yemeğinden sonra başlayan yağmurla Girne’ye dönelim dedik. Yağmur sıklaştıkça arabayı
sürdüğümüz yolların yavaş yavaş suyla dolmaya başladığını gözlemledik. Ardından ağır yağmur
başlayınca hastanenin önünde kendimizi sel suları içerisinde buluverdik.
Gönyeli çemberine yaklaşırken trafik tamamen tıkandı ve artık hareket edemiyorduk. Böyle
olunca da etrafı inceleme fırsatı buluyorsunuz. Yol sadece suyu kanal gibi biriktirip akıtıyor. Drenaj
diye bir şey yok. Akacak bir yer de olmayınca göle dönüşüyor. Yolu tasarlayıp inşa eden arkadaş
ülkemizde hiç yağmur yağmayacağını düşünmüş herhalde…
Sola bakıyorum, binalar ve arazileri yoldan daha yüksek. Binanın park yerinde drenaja ne
gerek var ki? Nasıl olsa burada yağmur yağmaz. Park yeri göl gibi suyla dolunca su bordür taşlarının
üzerinden şelale gibi akıyor ve daha alçakta olan arazi nehire dönüşüyor. Kızgınca akan nehir de tabi
ki daha alçakta olan yola akıyor. Yol zaten Venedik kanalı, bir de yukarıdan gelen şelale ekleniyor.
Bozulan arabalar yolu tıkamış. Sıkışan trafik karınca hızıyla tam 15 dakikada hastanenin
önünden Gönyeli çemberine yaklaşıyor. Çembere bakıyorsunuz, o da sular altında. Su o kadar derin
ki etraf motoru sönen arabalarla dolu. “Acaba becerip de geçermiyiz?” diye sessizce düşünürken
yanımda oturan misafirim yağmurun çok uzun bir süre yağmamasına rağmen etrafın nasıl bu kadar
su dolabileceğine ve yolların tıkanabileceğine hayretini gizlemiyor. O an içimi öyle bir utanç kaplıyor
ki size anlatamam. Şöyle böyle durumu idare etmeye çalışıyorum ama nafile. Yollar adamın gözü
önünde 20 dakikada sele dönüşmüş, ne desem işe yaramaz zaten. Başımı önüme eğip konuyu
değiştirmeye çalışıyorum…
Gazete haberlerinde önce Lefkoşa’nın sular altındaki görüntüsü var. Ancak bir gün sonra ayni
resimler Mağusa için haber yapılıyor. Sonra tekrara Lefkoşa. Yağmur nereye düşerse sel alıp
götürüyor. Yağmurdan korkan bir ülke…Biraz seyahat etmişseniz bir noktada başka bir ülkede yağmura yakalanmışsınızdır. Venedik
dışında yolları kanal olan başka bir yere rastlamamışsınızdır diye düşünüyorum. Peki neden onlarda
yağmur bereket getirirken bizim şehirlerimizde felaket getiriyor? Çünkü kendimizi iyi yollara, iyi
planlanmış yerleşim bölgelerine, alt yapısı düşünülmüş şehirlere layık görmüyoruz. Bunun başka bir
açıklaması olabilir mi?
Bu kadar mı zor yol yapılırken yağacak yağmur suyunun kontrollü bir şekilde yolun dışına
akıtılmasının gerekeceği öngörüsüne sahip olmak? O şartnameyi yazan ekip bunu düşünemiyor mu?
Peki onların yöneticisi? O da mı bunu öngöremiyor? Şartnameyi alıp ihaleye girip kazanan firma da
mı yapacağı yolun ileride yağmur suyuna yenik düşeceğini bilmiyor? Yoksa herkes biliyor ama
bilmezden mi geliyor? Nasılsa Kıbrıs’ta yağmur yağmaz…
Bu kadar mı zor doğru dürüst yol ve yerleşim bölgesi inşa etmek? Değil ama böyle yapmışız
işte. Peki bu günden sonra? Lütfen “nasıl olsa bir şey olmaz” saçmalığına artık inanmayınız.
Sonuçları zorlayınız. Bu konulardan sorumlu makamlara gelenleri sorgulayınız ki sonuç alınabilsin. O
yapamıyorsa da yapabilecek olan gelsin ve yapsın.
Bu kadar mı zor?