Güney Kıbrıs’ta yapılan genel seçimlere baktığımızda iki önemli gelişme olduğunu görüyoruz, bunlardan birincisi ELAM'ın geçtiğimiz seçimde aldığı yüzde 1.08’lik oy oranından büyük gelişme göstererek yüzde 3,71’e kadar yükselmesi ve iki milletvekiliyle meclise girmeye hak kazanması, ikincisi de seçmenlerin yüzde 33.26’sının sandığa gitmemesidir.

Güney Kıbrıs’taki sağ eğilimli partilerin en güçlüsü DİSİ’nin oyların yüzde 30,68’ini alması, sol eğilimli AKEL’in ise yüzde 25,67 oranına gerilemesi dikkat çekici bir sonuçtur.

Seçmenlerin oy kullanmaya gitmemesi, yönetime verilmiş bir mesaj olarak görülüp, geçici bir tepki olarak değerlendirilebilir ancak ırkçı-fanatik ve Türk düşmanı olarak bilinen ELAM’ın oy oranının artması ve meclise iki milletvekili göndermesi, çok daha önemli ve apayrı olarak incelenmesi gereken bir konudur.

Fanatik ELAM örgütünün zaman içerisinde siyasal bir güç odağı haline gelmesi ve yapılan son seçimde meclise iki milletvekili sokması, gündeme farklı bir konu olarak gelmiş, önümüzdeki günlerde bunun ne gibi sonuçlar doğurabileceği konusunda tartışmalar başlamıştır.

Geçtiğimiz yıllara baktığımızda ELAM tarafından düzenlenen saldırıların dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a kadar uzandığını, Güney’e geçen Türk plakalı araçların kundaklanıp tahrip edildiğini, Kıbrıslı Türkler’in taciz edildiğini, Türk bayraklarının yakıldığını, orta eğitim gören ELAM fanatiği çocuk yaştaki gençlerin Türklere taş ve sopayla saldırdığını dün gibi hatırlıyoruz.

ELAM’ın militan kadrolarının ilköğretim döneminden başlayarak kendi yandaşlarını oluşturmak için okullarda örgütlendiği, futbol ve basketbol maçlarında sloganlar atarak halkı kışkırttığı, Lefkoşa’nın tüm sokaklarını sloganlar ve afişlerle donattığı herkesçe bilinen bir konudur.

Burada tartışılması gereken konu şudur..

Annan planı döneminde yapılan referandumda “Hayır” diyen Rum halkı, sadece yönetim tarafından değil, kilise ve ELAM gibi fanatik güçlerin de kullanılmasıyla bu “HAYIR” noktasında buluşmuştur.

Bunun başlıca nedeni de, Kıbrıs’ın tek hakimi olmak ve ENOSİS’I hayata geçirmek için mücadele veren güçlerin “acele etmeyelim” anlayışıdır.

Zaman zaman Kıbrıs Türk medyasında da dile getirilen “Müzakereler 40 yıldır devam ediyor, hiç bir gelişme yok” değerlendirmesinin yanlış olduğu, bu tür konuların zamana bağlı olarak değil, hakkın gerçek anlamda savunulması temeline bağlı olduğunu söylemek zorundayız.

Milletler ve devletler için “40 yıl” çok kısa bir zaman dilimidir.

Bu konular “akşam oldu hadi eve gidelim” anlayışıyla, zaman hesaplamalarını göz önüne alarak karar vermeyle ilgili bir konu değildir.

İngiliz Başbakanı David Cameron “Türkiye 3000 yılında belki AB üyesi olabilir” derken bir saklı gerçeği ifade etmiş, Türkiye’yi AB üyesi yapmak niyetinde olmadıklarını, Türkiye’nin ilerlemesi ve gelişmesinden rahatsız olduklarını beyan etmiştir.

Kıbrıs’ta “garantör” ülke olan İngiltere’nin Orta-Doğu ve bu bölgenin kilit bölgesi Kıbrıs üzerinde oynadığı oyunlar devam etmekte, Rumlar da bu oyuna kenarından-kıyısından iştirak etmektedir.

Seçimlerin en belirgin sonucu budur.