POLİTİS’İN “KIBRIS: CEZALANDIRILMAMIŞ SUÇLAR” DOSYASI
 Politis “Kıbrıs: Cezalandırılmamış Suçlar” dosyasının bugünkü bölümünde Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in, Rum polisinin ve KİP’in (İstihbarat Teşkilatı) 1963-64 ve 1974’te Kıbrıslı Türklere karşı işlenen suçlarla ilgili araştırmadan Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis de dahil herkesin haberdar olduğuna ancak kimsenin ilgilenmek istemediğine dikkat çekti.
“Hepsi  Biliyor, Kimse İstemiyor… Siyasi Partilerden Suçlara Soğuk Yaklaşım” başlığını atan gazete Başsavcı Kostas Kliridis’in Rum Yönetimi Başkanı’na gönderdiği ve dağıtımını İçişleri Bakanı’na da yaptığı 26 Kasım 2013 tarihli mektubunda 63-64 dönemine ait 47, 1974’te de 223 Kıbrıslı Türkün kaybolması ve öldürülmesi ile ilgili 27 dosyalık araştırmanın gidişatı 40 sayfada özetleyerek bilgi verdiğini, bu 27 dosyaya her kimlik tespitinde yenilerinin eklendiğini yazdı.
Kostas Kliridis imzasını taşıyan bilgilendirme mektubunun kapak bölümünü de yayınlayan gazete, cezai araştırmaların süreci hakkında Anastasiadis’e bilgi verilmesi meselesini Sözcü Prodromos Prodromu’ya sorduğunda, görevi devraldığından bu yana böyle bir bilgilendirme yapılmadığından haberdar olmadığı cevabını aldığını, Başsavcılık ofisinin ise gazeteye cevap bile vermediğine dikkat çekti.
AKEL’in, Kıbrıslı Türklere karşı işlenen suçların bugüne kadar görüşülmediğini, süreç içerisinde hatırlatmalar yapılmasına karşın  bugüne kadar siyasi çerçeveye konulmadığını doğruladığına dikkat çeken gazete, hem AKEL’den hem de DİSİ’den, bu konunun görüşülmesi gerekir denildiğini yazdı. 
Politis  “Kıbrıs: Cezalandırılmamış Suçlar” dosyasını hazırlamak için yola çıkış sebeplerini “Başka Acıyı Hak Etmiyoruz, Başka Gözyaşı Olmamalı” başlıklı makalesinde sıralayan Sotiris Parutis “bunca yıl sonra  bu suçların azmettiricilerinin ve faillerinin bulunup cezalandırılıp cezalandırılamayacağını bilmiyoruz.  Ancak ellerini kollarını sallaya sallaya gezip başarıları konusunda ‘övünemeyeceklerini’ ve AB üyesi, iyi yönetilen devletin kayıtsızca ıslık çalamayacağından eminiz” vurgusunu yaptı.
Aynı dosyada adı geçen Mihalis Theodoru da “Milli Duyguların Ardındaki Terör... Kan Döngüsü” başlıklı makalesinde, bahsi geçen dönemde Kıbrıslı Türklerin kaybolması ve öldürülmesi dosyalarını araştıran memurların, o dönemde olayları yaşayan kişilerin yazılı ifade vermekten kaçtığı ortak saptamasında bulunduklarına dikkat çekti. 
Araştırma memurlarının “araştırma bir şekilde Kıbrıslı Rumların milli duygularına dokunuyor çünkü gerek kendileri gerek akraba çevrelerinden kişiler her iki dönemde de Türklerin benzer suçlarına şahit olmuş” görüşünde olduklarına dikkat çeken Theodoru özetle şu iki konuya dikkat çekti:
“Araştırılmakta olan davalarda ardına saklanılan mili duygular, en azından bir davada tamamen korku idi. Trikomo’da (Yeni İskele) Şefika Hüseyin ve eşi Ahmet Hüseyin’in 1964’te öldürülmesi olayında, kız kardeşinin, cinayetin ana failini ertesi sabah suç mekanında karşılaştığını ve ‘kanlar, beyinler, çoraplar ve ayakkabılar’ ile baş faili gördüğünü, failin kendisini (kız kardeşi) kovaladığını söyleyen kişi doğru ifade verdi. Ancak ana şahit olan kız kardeş polise, kuyuya yaklaşmadığını ve hiçbir şey görmediğini söyledi. Dahası, yanına bir polis yaklaştığını ancak kim olduğunu bilmediğini (3 bin nüfuslu Trikomo’da) de söyledi. Trikomolular korku ortamını bugüne kadar (beş yıl sonra) doğruluyor. Ancak polise göre  bir aleni kaçırma ve cinayet davasında şahit, katiller ‘milli duygularına dokunduğu’ için konuşmayı reddediyor.
Suçların cezai kovuşturulması insan hakkıdır. Kurbanları Kıbrıslı Türkler olan bu davalardan bazıları bu hakkın nüvesine dayanıyor, çünkü suçların, bugün bu araştırmaları kapatmakla yükümlü olan devlet tarafından işlendiğini gösteren işaretler var: Aynı polis grubu tarafından 11 Mayıs 1964’te öldürülen 11 Mağusalı. Bunlar 29 Aralık 1963’te Aredyu’daki evlerinden kaçırılıp kısa süre sonra öldürüldüler. Şefika ve eşi olayında da yine baş fail polisti.  Yalinoporni’den (Kaleburnu) iki Kıbrıslı Türkün 11  Mayıs 1964’te Yalusa’da (Yenierenköy) aralarında eski bir polisin -ve suçunu itiraf eden- de bulunduğu bir grup Rum tarafından öldürülmesi, Polis Genel Müdürlüğü bütün bu suçların, çoğu bugün hayatta olan  polisler tarafından işlendiğini saptadı.
Daha büyük vurgu yapılamaz. Polislerin, tutuklamak için masum insanların kapısını çalması ve onları öldürmesi bir faşizm rejimindeki (1963-64’ten söz ediyoruz) terör tanımıdır.  Failler esaslı şekilde bulunup cezalandırılmadan, etnik kökenlerine göre masumlara karşı benzer suçların gelecekte işlenmeyeceği güvencesini kimse veremez.”