Özgür Tekşen

“Anadolu çocuğuyum. Her şeyimle Türküm. Köküm Orta Asya’da. Kültürümle, dilimle, tarihimle, tüm benliğimle Türküm. Bir devletim, anavatanım var. Bazıları yapay olarak Kıbrıslılar varmış̧,

Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs Rumları varmış̧ gibi kültür edebiyatı yapıyor. Kıbrıslı Türk de yoktur, Kıbrıslı Rum da, Kıbrıslı da yoktur. Sakın ola ki bizlere, “Kıbrıslı mısınız?” diye de sormayın. Bu bir hakaret olarak algılanabilir, yanlış̧ anlamalar çıkabilir. Neden mi? Nedeni, Kıbrıs’ta yaşayan bir tek Kıbrıslı vardır, o da Kıbrıs eşeğidir.”

KKTC’nin eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın 1995 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri kampanyasında söylediği sözlerin üzerinden 20 yıl, Türkiyeli bir yerleşimcinin adanın kuzeyine yerleşmesinin üzerinden tam 40 yıl geçti. Yerleşimcilerin çocukları, torunları adada doğdu ama Denktaş’ın dediği gibi Türklük üzerinde bir uzlaşma mevzu bahis değil.

Özellikle Ulusal Birlik Partisi ve Demokrat Parti’nin Kıbrıs Adası’nın kuzeyindeki Kıbrıslı Türk ve Türkiyeli Türk entegrasyonu sağlama düşüncesi tamamlanmış değil. Yalnız Kıbrıslı Türkler değil, Kıbrıs’a 1975-1990 arası gelen Türkiyeli Türkler de diğerlerini ‘öteki’ olarak addediyor.

Bu farklılıkları algılamak için öncelikle bazı Kıbrıslı Rumların, adanın Türkiye tarafından kolonizasyonu olarak adlandırdığı Kıbrıs’a Türkiye’den yerleşimci gelişine daha yakından bakmak gerek.


Tarımsal işgücü anlaşması göçün önünü açtı


Türkiye’den o dönemki adıyla Kıbrıs Türk Federe Devleti’ne 1983’ten sonraki adıyla Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yerleşimciler kabaca üç aşamada gönderildi.

1975-1982 arası ilk dönemde; Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılan askerler ve aileleri, 1975’te Türkiye Cumhuriyeti’yle Kıbrıs Türk Federe Devleti arasında imzalanan Tarımsal İşgücü Anlaşması kapsamında gelenler ve bu kategoridekilerin sonraki süreçte gelen akraba, tanıdık ve köylüleri yer alıyordu.

Adanın yüzde 18’ini oluşturan Türk halkı, fiili Taksim’i hayata geçirdiğinde bir anda adanın yüzde 30’unun sahibi haline gelmişti. Son 25 yılda, çoğunlukla artan şiddet olayları nedeniyle adayı terk eden Kıbrıslı Türklerin de geri dönmemeleri yüzünden temel iktisadi faaliyetleri hayata geçirmekte zorlanıyordu. Üstelik adadaki Türk liderliği belki de 1571 sonrası dönemdeki gibi adayı ‘vatan’ haline getirme imkânı bulmuş, gözünü ‘ana vatan’a, Anadolu’ya çevirmişti.


Kimi ekonomik sorunlardan kurtulmak, kimi Türkiye’de artan siyasi belirsizlikten kaçmak, kimi yeni bir başlangıç için Kıbrıs Adası’nın yolunu tuttu. Aslında imzalanan protokolde yerleşimcilerin, yerleşik durumda olmayan göçebeler, baraj sahasında oturan köylüler, tarihi ve turistik diğer yüksek köylerde yaşayanlar, vasıf kaybı yaşayan orman çevrelerindeki orman köylüleri arasından seçilmesi öngörülüyordu.
Babası Kıbrıslı Türk olan Türkiye’de doğmuş büyümüş Profesör Kemal Işık Oray, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’den gelenler arasındaki kültürel kodlardaki uyumsuzluğun bu seçimden kaynaklandığı kanısında.



“1974 öncesi hırsızlık olmazdı”

2001’den bu yana KKTC vatandaşı Profesör Oray, 1945’ten beri akraba ziyaretleri için sık aralıklarla adaya geldiğinden 1974 sonrasındaki değişimi hem içerden hem dışarıdan gözlemleyen bir isim. “Kıbrıslıların, İngilizlerden de etkilenmiş kendilerine ait bir kültürleri var. Çocukken gençken geldiğim yıllarda burada evlerin kapısı hiçbir zaman kapanmazdı. İnsanlar rahatça komşunun evinden içeri girerdi. Hırsızlık yoktu, adi anlaşmazlıktan kaynaklı kavga yoktu, onu bunu bıçaklama yoktu. Ta ki 1974’e dek. Ondan sonra Türkiyeli Türklerin gelişiyle her şey değişti. O yıllarda gemiyle gelirken hatırlıyorum dağdan inme kişiler vardı. Hepsi çok iyiydi ama köyden gelmişler. Tuvaletler burada alafrangaydı. Üstüne çıkıp kırdılar. Buradaki kültüre uyum sağlayamadılar. Yüksek lisans eğitimi aldığım Almanya’da da Hollanda’da da aynısı oldu.”

Kuzey Kıbrıs’ta Türk göçmenler temelde ikiye ayrılıyor. Tekil olarak göçenler Kıbrıs’a daha kolay adapte olurken, bir köyden toplu olarak kalkıp adaya gidenler kendi yaşam tarzlarını değiştirmiyor. [ÖZGÜR TEKŞEN/AL JAZEERA]
Kuzey Kıbrıs’ta Türk göçmenler temelde ikiye ayrılıyor. Tekil olarak göçenler Kıbrıs’a daha kolay adapte olurken, bir köyden toplu olarak kalkıp adaya gidenler kendi yaşam tarzlarını değiştirmiyor. [ÖZGÜR TEKŞEN/AL JAZEERA]

Kara sakal yakıştırması
Kıbrıs’a göç edenler haritası da Oray’ın Almanya örneğiyle benzerlik taşıyor.

Geldikleri yerlere bakıldığında Trabzon, Samsun, Giresun, Denizli, Mersin, Erzurum, Kars, Ağrı, Sivas, Antalya gibi iller öne çıkıyordu. Güney’den gelen Kıbrıslı Türkler gibi terk edilmiş Rum köylerine yerleştirildiler. 1977’de çıkan İskân Yasası’yla, beş kişilik bir aile 100 ila 150 dönüm tarlaya sahip oldu.

Esin Doğaç, bu dönemde gelen ailelerden birinin kızı. Yıllardır Girne’de Milli Arşiv’de çalışıyor. Öğle molasında salata yerken sohbet ettiğimiz Doğaç, kendi yaşam pratiğinden Kıbrıslı Türklerle ilk kuşak yerleşimciler arasında yaşananları şöyle özetliyor: “Önce babamların dünürleri gelmiş. Babamı çağırınca o da iş durumuna bakmış. Aklına yatmış. Sonra Sivas’tan kalkıp buraya yerleştik, yıl 1975’ti. İlk zamanlar çok ayrım vardı, bizlerle alay etmek için Türklere kara sakal denirdi. Ama uzun zamandır duymuyorum bu sözü.’’

‘Kara sakal’, Kıbrıs’ta yerli ve yerleşimci ayrımı için ilk akla gelen klişe. Adadaki anlatıya göre, tabir adaya ilk gelen askerlerin yüzlerine boya sürmesi ve çatışmalar yüzünden uzun süre sakal tıraşı yapamamasından kaynaklanıyor.

‘KKTC’de Türkiyeli Göçmenlerin Siyasal Entegrasyon Sorunları’ adlı doktora tezini yazan İnanç Özmekçi, “Zamanla azalmakla birlikte aslında bir nevi ‘Beyaz Kıbrıslılık’ ifadesi. Şimdi de Hataylılar için sahile vuran kahverengi yosun anlamına gelen ‘sica’ sözü kullanılıyor.” diyor.

KKTC’de okumaya giden Türkiyeli öğrenciler Kıbrıs’ın yerlilerinin kendilerine ‘öteki’ muamelesi yapmasından şikâyetçi. 

Anavatandan Kıbrıs’a ikinci göç dalgası, KKTC’nin kurulduğu 1983’te başladı, 1990’ların başındaki ekonomik krizle sona erdi. Hatice Kurtuluş ve Sema Purkıs’ın kaleme aldığı ‘Kuzey Kıbrıs’ta Türkiyeli Göçmenler’ adlı kitapta üçüncü göç dalgasınınsa 2000’lerde başlayıp günümüze kadar devam ettiği yazıyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne en fazla göç veren illerin başında Trabzon, Samsun, Mersin ve Hatay yer alıyor. 

Son iki göç dalgasında adada artan iş imkânını değerlendirmek için gelenler yerel halkla kaynaşmakta zorlanmış. İki taraf birbirini suçluyor.
Altı yıldır adada yaşayan Boyacı Halit Can, Mersin’den gelmiş. Sonradan Kıbrıs’a gelenlerin hakir görüldüğünü söyleyen genç, “Kıbrıs’ın yerel halkı pek çalışmaz. Biz dur durak bilmeden koşturuyoruz. Buna rağmen bizi beğenmezler.” diyor.

Kıbrıslılar penceresinden Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Türkiyeliler arasındaki vaziyeti eski başbakan Ferdi Sabit Soyer’in koruma polisi 1974’te bugün Güney’de kalmış Baf’ta doğan Mustafa Özgür anlatıyor. “Mersin’den gelen arkadaşlar yan komşumuzdu. Birlikte okuduk, düğün yaptık, yas tuttuk. Eşim Türk vatandaşı. Bilecikli. 1980’li yıllara gelenlerle sıkıntı olmadı. 1990’lı yıllarda gelenlerle oldu. Bir kere suç oranları çok arttı. Daha önce evimizi arabamızı kilitlediğimizi hatırlamam. 1990’lardan sonra çifte kilit takmaya başladık. Organize suçlar başladı, görmediğimiz suçlar artmaya başladı. Kıbrıs’ta cezaevleri bomboşken o yıllarla birlikte doluluk oranları yüzde 60’lara çıktı.”

Kıbrıslı Türklerin cami alışkanlıkları fazla değil. Türkiye’den gelenler ise özellikle Cuma namazını kaçırmamaya özen gösteriyor. İkinci kuşak göçmenler ise ne Kıbrıslılar kadar uzak ne de büyükleri kadar yakın. [


Gelenler olmasa…
Mustafa Özgür, ısrarla 1975-1985 arası gelenleri ayırıyor. O dönem gelenlerle iki-üç akşamda bir ailece dışarıda buluştuklarını, her gün kahvede tavla-okey oynadıklarını anlatıyor. Polis memuru, “Açık söyleyeyim 1975’te gelen arkadaşlar olmasa tarladan domates salata toplayacak insan bulamayız.” diyor.

İlk göçmenlerden Sivaslı bir ailenin kızı Esin Doğaç, 75 göçmenlerini de temelde iki kategoride görüyor. “1975 ve hemen sonrasında gelenler aslında iki tipti. Bir grup aile olarak diğer grup ise sülalece ya da köyce geldi. Biz tek bir aileydik. Gittiğimiz köyde bizden, herkes başka yerden gelmiş yedi hane vardı. O yüzden biz hem birbirimizle hem Kıbrıslılarla kaynaştık. Onların kültürlerine adapte olmaya çalıştık. Ama köy olarak gelenler kapalı kaldı. Onlar Samsunlu ve Trabzonlu olarak bir köye yerleşti. Hatta kocamın öğretmenlik yaptığı bir köyde ortaokul öğrencisi bir çocuk hiç Girne’yi görmemiş.”

Doğaç, 1990’lardan sonra gelenlerin de bu toplu olarak gelenlerle benzer durumda olduğu saptamasını yapıyor. “Temel problem kültür farkı. 1990’larda gelenler de aynı köyce gelenler gibi Kıbrıslı olmaya çalışmadı. Köylerinde, kasabalarında nasıl yaşıyorlarsa burada da aynısını yaptılar. Onların tabii bir de şanssızlığı vardı. Çocukları Kıbrıslılarla aynı sokaklarda oynamadı, aynı okullara gitmedi. Kendi içlerinde kaldılar.”

KKTC’nin nüfusu, barış harekâtından tam üç yıl sonra 1977’de 115 bin 758 kişiydi. Dönemin İskân Bakanı Hakkı Atun’un o günlerde gazetelere yaptığı açıklamaya göre, 1974–1977 arası Güney Kıbrıs’tan gelen göçmen sayısı 44 bin 39, iskân edilen toplam göçmen ise 83 bin 650’ydi. Yani daha 1977’de Kuzey Kıbrıs’ın yüzde 35’ini Türkiye’den gelenler oluşturuyordu.

2011’deki son sayımda KKTC’nin nüfusu, yaklaşık 287 bin çıktı. Ülkede sürekli ikamet eden Kıbrıs doğumlu (KKTC ve Güney Kıbrıs) kişilerin sayısı 160 bin 207, KKTC’de sürekli ikamet eden Türkiye doğumlu kişilerin sayısı 104 bin 641’di. KKTC doğumlular arasında son 40 yılda Türkiye’den gelenlerin çocukları hatta torunları da hatır sayılır yer tutuyor.

Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Türkiyeliler arasındaki iletişim kopukluğu çocukluktan başlıyor. Kıbrıslı aileler çocuklarını çoğunlukla özel okullara gönderirken Türkiye’den göç edenler devlet okullarını tercih ediyor. 

Sonradan gelenlerin adada doğan çocukları ve torunlarıyla bile ‘dededen atadan Kıbrıslılar’ arasında mesafe var. 1990’ların ortalarında Mersin’den gelmiş bir ailenin çocuğu olan taksi şoförü Orhan, “Farklı okullarda okuduk, farklı işler yapıyoruz. Onlar devlet kapısında rahat iş bulur, biz esnaflıkla uğraşırız. Sokakta merhabamız var ama hayatlarımız çok farklı.” diyor.
Esin Doğaç, özellikle 1990’lardan sonra gelenlerle yerli çocukların arasında iletişim uçurumu olduğunu belirtiyor. “Çocuklarım Lefkoşa’daki Şehit Tuncer İlkokulu’na gidiyor. Oraya Köşklüçiftlik denir. Kıbrıs’ın köklü aileleri oturur, ilkokul 30 yıl öncesinin en gözde okullarından. Ancak Kıbrıslı aileler çocuklarını özel okullara gönderirler. O okulda bizim Güngör köyünden çocuklar okuyor. Koskoca Demokrat Ortaokulu’nda birkaç Kıbrıslı çocuk ya vardır ya yoktur.”

Dikilitaş olarak bilinen Venedik sütununun yer aldığı Sarayönü, bir zamanlar Kıbrıs siyasetinin kalbinin attığı yerdi. Bugün ise Suriyeli göçmenlerin uğrak yeri.

Bu ayrımcılık durumunu KKTC Meclis Başkanı Sibel Siber’e soruyorum. ‘‘Meclis’te memur olmak için biri Türkiye’den gelmiş bir KKTC’li diğeri dededen Kıbrıslı Türk başvursa hangisini seçersiniz?’’ diye sorumu somutlaştırınca, “Bu soruyu duymamış olayım. Burada hiçbir şekilde ayrım yapılmaz, bizim için KKTC yurttaşı her birey eşittir. Alt üst asla yoktur.” diyor.
Siber, cümleleri arasına bir ‘ama’ koymayı da ihmal etmiyor. “Particilik her zaman oldu. İstanbul Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitirip döndüm ama solcu olduğum için hastanede işe almamışlardı. Bu tür particilik her zaman olabiliyor.”

Dışişleri Bakanı Özdil Nami ise Kıbrıslı Türkler, “Türkiye’den gelenlere karşı neden mesafeli?” sorusuna Türkiye’den bir örnekle yanıt veriyor. “Her toplumun alışkanlıkları var. Yeni birileri gelince biraz şaşırmak normal. Türkiye’de de yoğun göç alan kentlerde benzer sorunlar olmuyor mu? Mesela Mersin’de oluyor. Bunlar çok abartılı durumlar değil. Ama hükümet olarak sosyal politikaları desteklemek ve geliştirmek bizim görevimiz.” diyor.



Türkiyeli öğrenciler: Bizi ezmeye çalışıyorlar

Adada 40 bini aşkın Türkiyeli öğrenci var. Onlarla konuştuğumda genelde Kıbrıslı Türklerle anlaşmakta zorluk çektiklerini anlıyorum. Girne Amerikan Üniversitesi’nde okuyan Mehmet Demir, “Kıbrıslı Türkler Türkiye’den gelen öğrencileri insan yerine koymuyor. Bir de şöyle bir yaklaşım var: ‘Biz Türkiye’nin yavrusuyuz bize bakmak zorundalar.’ Bu zihniyet yaygın.’’ diyor.

Şanlıurfa’dan okumak için Girne’ye gelen İbrahim Kılıç ayrımcılıktan şikâyetçi, “Kıbrıslı Türkler, burada ayrıcalıklı birinci sınıf vatandaş. Diğer herkes aşağıda. Bir şey söylediğimizde tersliyorlar. En ufak bir itirazda seni ezmeye çalışıyorlar.’’

Babasının görevi nedeniyle lise yıllarında adaya geldiklerini söyleyen Gülşah Karaca, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde görsel iletişim tasarımı yüksek lisansı yapıyor. Karaca, adadaki ilk günlerinde zorlandığını söylüyor. “Lisede çok dışlanmıştım. 2003 referandumu sırasında ‘Buradan gideceksiniz, bavulları toplayın.’ bile diyen oldu. Zamanla önyargıların ne olduğunu öğrendim ve iletişim kurdum. Türkiye’den gelenlerin adanın kalitesini düşürdüğü önyargıları vardı yıllar içinde bu düşüncelerinden vazgeçtiler. Tanıdıkça sizi destekliyorlar. Tanınmayan bir ülke oldukları için kızgınlar ve bunun sorumlusunu arıyorlar.”

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin Amerikan futbol takımı kaptanı Orhun Day Kıbrıslı Türklerin ayrımcılık yaptığı kanısında. “Şuradaki prizler İngiliz’dir. Onu kullanırlar. Türk’ü yadırgar, İngiliz’i yadırgamaz. İngiltere onlara her imkânı sağlıyor diye düşünüyorlar. Ama Türklerin onları kurtardığını unutuyorlar.”

Bir başka öğrenci Mustafa Kemal Aygün ise bir gözlemini ve iddiasını paylaşıyor, “Gazimağusa’da sokaklarda göç edenleri çok kolay anlıyorsunuz. Bahçede birinin çocuğu oynuyorsa Türk (Türkiye’den gelmiş) olduğu bellidir. Çünkü Kıbrıslıların çocukları kreştedir. En kötü, site içinde park varsa orada oynar. Bu kentin geçim kaynağı Türkiye’den gelen askerler, öğrenciler olduğu halde Türkleri sevmeyen hiç sevmeyen Kıbrıslı vardır.”

Üniversite’nin bahçesinde beş Kıbrıslı Türk öğrenciyi aynı masada otururken buluyorum. Türk öğrencilerin eleştirilerini soruyorum. Gruptakilerden 20 yaşındaki İsmet Aydıneri, yarım saat önce Türkiyeli arkadaşlarıyla sohbet ettiklerini söylüyor. Genç kız, “Kesinlikle Kıbrıslı Türk-Türkiyeli ayrımı yapmıyoruz. Ama dediğiniz gibi nüfus arttı ve insanlar farklı eğitim süreçlerinden geçiyor. Kendi payıma bu bağlamda seçiciyim. Kıbrıslılar, Türkiyelilerle ilişki kurmuyor algısı yanlış. Türkiye’den gelip burada okumuş yengelerim var ve gayet iyi anlaşıyoruz.” diyor.

Kuzey Kıbrıs’ta Türklerle Rumların birlikte yaşadığı tek köy Pile’de doğup büyüyen Derviş Gündoğdu ise “Benim için insan olsun ırkı dini önemsiz.” diyor.

Derviş ve İsmet gibi mimarlık okuyan Hüseyin Aydıneri olaya farklı yaklaşıyor. Anadolu’nun köyünden Ankara’ya gelmiş bir köylüyle Ankara’da iyi eğitim almış bir kişi arasında sorun yaşanmaz mı? Bilmeyenle, bilen adam arasında illa ilişki kurulmalı diye diretmek doğru değil.” görüşünü savunuyor.

Kıbrıs, global köye dönen dünyada insanların nasıl küçük cemaatlere bölündüğünün gösteren laboratuvar gibi. İletişim kanallarının güçlenmesine rağmen önyargılar kuvvetli. Dünyadan izole bu bereketli topraklardaki ekonomik zorluklar, eşitsizlikler önyargıları beslemeye devam ediyor.

Grafikli anlatımlar ve interaktif sunumların da yer aldığı, Al Jazeera Türk dergi özel uygulamasını iPad ve iPhone’lardan, Android tabletlerden indirebilirsiniz.

  al jazeera