KKTC ÜST YÖNETİM KADROLARINA AÇIK MEKTUP (1)

GEÇ GELEN ADALET, ADALET DEĞİLDİR !

Bu yazı dizisi başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, Cumhuriyet Meclis Başkanı, Başbakan, Bakanlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Başsavcılık, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, Polis Genel Müdürlüğü ve ilgili tüm birimlere yönelik olarak yazılmıştır. Belki bu yazı dizisi dolayısıyla takibata uğrayacağım ama yine de yazacağım. Zira; ülkedeki yanlışları, adaletsizlikleri dile getirmenin vatandaşlık görevi olduğunu düşünüyorum. Sonuç alamasam bile yazmaya, aksaklıkları dile getirmeye devam edeceğim.

Daha önceki yazılarımda da dile getirdiğim üzere ben hukukçu değilim ve yaşadıklarımdan edindiğim tecrübelerim ve üniversite yıllarında okuduğum Hukuk’a Giriş derslerinden edindiğim bilgiler ile mantık süzgecimden geçirerek yazıyorum yazdıklarımı/yazacaklarımı.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Dünya Bankası uzmanları tarafından hazırlanan araştırmada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Adalet Sisteminin nasıl iyi işlediğini ve güvenilir bulunduğu sonucunu hep merak etmişimdir. Yani kişisel olarak KKTC devletinde Adalet ve Yargı sisteminin düzgün çalıştığı ve doğru kararlarla sonuçlandığı kanısında olmadığımı açıklıkla ifade etmek isterim. Çünkü bu küçük ülkede soruşturma>yargılama>hüküm aşamaları maalesef köy kültürü ve el yordamı ile adamına göre muamele şeklinde gelişmekte ve sonuçlanmaktadır. Bunu örnekleri ile bu yazı dizisinde sizlere aktarmaya çalışacağım.

Şikayet>Soruşturma>Yargılama>Hüküm aşamasındaki temel yanlış Polis Memurları tarafından yapılan soruşturma aşamasında ortaya çıkmaktadır. Polis Makamları kendisine gelen her şikayetten dava çıkarmaya çalışmakta ve gözünün üstünde kaşın var misali dava üretilmektedir. Şikayetçi konumundaki kişi/kurum Devlet Kurumu ya da tanınmış/ileri gelen/siyasi gücü olan biri ise zanlının vay haline. 1. Daha doğru dürüst soruşturma yapılmaksızın el yordamı ile toplanan bilgi ve belgelerle Zanlı Ceza Yargıcı karşısına çıkarılır ve zanlının UYGUN bir teminata bağlanması talep edilir. Ceza yargıcının verdiği en kolay ve özgürlüğü bağlayıcı karar ise seyahat belgelerine el konulması ve teminat senedi imzalatılmasıdır. Ve Polis Memuru kendisine gelen her şikayetten mutlaka bir dava çıkarmaya çalışır, yıllara sari/yıllarca süren soruşturma/kovuşturma boyunca zanlı yurt dışı çıkış yasaklısıdır ve Yurt Dışına çıkması gerekiyorsa teminat değişikliği için her defasında yargıç karşısına çıkmak zorunda kalır. Polis elindeki dosyadan mutlaka dava çıkarmaya uğraşır ve zanlının kurtulmaması için olayı parçalara ayırarak yargı sürecinde mutlaka ceza verilmesini teminen dava sayısını arttırma gayreti içindedir. Polis soruşturması sonucunda zanlıya illa ki ceza verilmesi sağlanmaya çalışılır. Zanlı doğru bağlantılarla siyasi iradeye/güce ulaşır ve devreye birilerini koyarsa tahkikatın kısa sürede tamamlanarak dosyanın kapatılacağı da bir diğer gerçektir.

Yargıçların da en fazla şikayetçi olduğu konulardan birisi dava açma zamanın gecikmesi ve adaletin tecellisinin geç sağlanmasıdır. Teminat değişikliği talepleri sırasında yargıcın savcıya yönelik söylemi: “Zanlı 2010,2011,2012 yılından beri teminat altındadır, dava açılacaksa neden dava açılmaz? Dava açılmayacaksa bizi neden uğraştırırsınız? Tahkikat tamamlanmadıysa Polis’i sıkıştırın ve bir an önce sonuç ortaya çıksın” şeklindedir.

Az çok hukuk bilgisi olan, üniversite mezunu, çok seçkin kurumlarda çalışmış iş tecrübesi/hayat tecrübesi olan sade bir vatandaş olarak sormak ve bilmek istiyorum:

1. Polis önüne konulan her dosyadan dava çıkarmak zorundamıdır?

2. Polis ne kadar çok dava açarsa buna göre ödül/prim/terfi mi almaktadır?

3. Bu ülkenin yurttaşı ve burada yerleşik, malı, mülkü ailesi KKTC devleti sınırlarında olan, kaçma, ülkeyi terk etme lüksü olmayan kişiler neden kolaylıkla teminata bağlanır ve yıllarca sürecek olan seyahat kısıtlamasına maruz bırakılır?

4. Polis makamları ve Başsavcılık davaları hızla neden sonuçlandıracak karaları veremez?

5. Günün sonunda Başsavcılık makamı teminata bağladığı vatandaş hakkında dava açılmasına gerek görmez ise; teminata bağlanan ve seyahat özgürlüğü kısıtlanan vatandaşın mağduriyetini kim, nasıl tazmin edecektir?

Bir de dava sayısının fazlalığı nedeniyle tehditle sağlanan adalete ne demeli?

Tahkikatı yapan Polis makamları zanlıyı mutlaka suçlu çıkarmak, bir yerden kurtulursa aynı olayın bir başka versiyonu üzerinden cezaya çarptırılması için dava sayısı şişirmektedir. Hem davanın geç açılması, hem teminat süresinin uzunluğu hem de dava sayısının gereksiz yere şişirilerek davayı normal seyrinden çıkaran ve sanıkların davayı topluca kabul etmeleri sonucunda cezaya çarptırıldıkları yakın tarihte sonuçlanan ilginç davalardan birisi yerel bir bankada 2006 yılında gerçekleştirilen eylemlerle ilgili zanlılar P.U, ve Ü.B. aleyhindeki 216 davadır.

Bu davadaki çarpıklıklar:

1. Dava konusu olaylar 2006 yılının son aylarında gerçekleştirilmiş olup, zanlılar Ocak 2007 ayında teminata bağlandılar, dava 2015 yılında açıldı. Bunu kim nasıl izah edebilir?

2. Bugün cezaevinde bulunan bu insanlar suçlu/kusurlu olabilirler ama mesleği banka memurluğu olan bu kişiler 2007 yılından itibaren yedikleri “Hırsız” damgası nedeniyle hiçbir yerde iş bulamamışlar, 9 yıl boyunca Açıkhava Cezaevi’nde ekonomik olarak perişan olmuşlardır.

3. Aslında 15-16 adet karşılıksız çekin ödenmesi ve karşılığı bloke edilmediği halde “Karşılığı Blokelidir” kaşesi vurularak tedavüle sürülen çekler olan, birkaç müşterinin de bilgi ve onayları dışında hesaplarından para transferi yapılma işlemi olan toplamda belki 25-30 adet eylem için tamı tamına 216 adet dava açılmış, açılan 216 adet davanın içinde boğulmak istemeyen Lefkoşa Ağır Ceza Mahkemesi zanlıların avukatına bu davaların içinden çıkılamayacağını, zanlıların suçlamaları kabul etmeleri halinde yargıçların zanlıların mağduriyetini göz önünde bulundurarak karar verileceğini söylemişler, zanlılar da aleyhlerinde getirilen tüm davaları kabul etmişler ve günün sonunda üçer yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır.

Bumudur yani adalet? Ben bu insanların avukatı değilim ve eylemlerini savunuyor, suçsuz olduklarını söylüyor da değilim. Ama ortada çok ciddi yanlışlar var. Bir kere Lefkoşa Ağır Caza Mahkemesi yargıçlarının okuduğu kararda da açıkça vurgulandığı üzere davanın 9 yıl sonra getirilmiş olması kabul edilemez olarak değerlendirilmiş ve hüküm verirken bu hususun göz önünde bulundurulduğuna vurgu yapılmıştır. Bu durum orman içten içe yanarken yapraklardaki detaylarla uğraşırken yangını fark etmemeye benzemektedir.

Şimdi şunları sormak ve cevaplarını bulmamız gerek:

1. Asıl olay sayısı 25-30 civarında olduğu halde neden 216 adet dava getirilmiştir?

2. 2006 yılı ve öncesinde gerçekleştirilen eylemleri zanlılar nasıl hatırlayacak ve 2015 yılında nasıl savunma yapabilecekler, olayda dahli ve bilgisi olan diğer banka çalışanlarından 2015 yılında o bankada çalışan kaç kişi kalmıştır?

3. Polis tahkikatı ne kadar sürmüştür? Tahkikat niçin daha hızlı sonuçlandırılmaz ve dava sayısı neden abartılacak kadar arttırılır?

4. Başsavcılık olayı hızlandırmak için neler yapmış ya da neler yapmamıştır?

5. Başsavcılık davaları açmak için 9 yıl neden beklemiştir?

6. Lefkoşa Kaza Mahkemesinde okunan gerekçeli kararda bu olaylardan ötürü zanlılara 8 yıl ceza verilebileceği vurgusu yapılmış ve dava açılmasının gecikmesi nedeniyle sanıklara üçer yıl hapis cezası verildiği vurgusu yapılmıştır.

7. Bu eylemlerin gerçek cezası 8 yıl ise ve bu kişiler 9 yıl seyahat belgelerine el konulmuş olması dolayısıyla özgürlüklerinin kısıtlanmış olması ve ekonomik olarak yıkım yaşadıkları gerçekleri ışığında cezalarını zaten çekmiş değilmidirler?

8. Dava sayısı abartılmadan makul ve gerçekler ışığında sayıca az olsaydı, dava zamanında açılabilmiş olsaydı ve sanıklar olayları hatırlayacakları zaman dilimi içinde yargıç karşısına çıkarılmış olsalardı belki de daha az ceza alacaklar ve hayatlarını yoluna koyabileceklerdi.

Belki de, belki de belki de….