Garantörlük ve diğer kırmızı çizgilerimiz

Cumhurbaşkanı Akıncı seçilir seçilmez Kıbrıs konusunda olası çözüm umutları da tavan yaptı. Sayın Akıncı kendi deyimiyle “çözüm odaklı bir siyaset” izlenmesini savunan birisi olduğundan dolayı ortaya çıkan bu umut dalgasının belki de haklı bir zemini vardır ancak 50 yıldır devam eden müzakere sürecinin bu güne kadar çözümle sonuçlanmamasının da bir nedeni vardır elbet.

Çok da fazla umutlar yükselirse, müzakere masasında olabilecek bir tıkanmada -ki bunun bir noktada olacağı da kesindir- iki halkın hayal kırıklığına uğraması da olasıdır. Bence en iyisi beklentileri çok yüksek tutmadan ayakları yere basan bir yaklaşım izlenmeli ve halkımıza da devamlı doğru bilgilendirmeler yapılmalıdır. Nitekim önceki günkü liderler görüşmesinden sonra Cumhurbaşkanı Akıncı “her şeyin toz-pembe olduğunu söyleyemeyiz, daha kat edilmesi gereken uzun bir yol var” dedi.

KKTC’de umut rüzgarları eserken güneydeki müzakere ekibi boş durmuyor. Bu ‘pozitif’ havadan yararlanmak için kabul edilemeyecek istemlerini sıralamaya başladılar. Bir bakıyorsunuz “AB müzakerelere direk müdahil olmalıdırlar” diyorlar. Bu kesinlikle Türk tarafının kabul edemeyeceği bir istemdir. Bunu biliyorlar ancak yine de bizim müzakere ekibimizi savunma moduna itmek için bastırıyorlar.

Ardından “artık garantörlüğe gerek yok” yaygarası başladı. Neden? Kıbrıslı Türkleri onlardan koruyacak bir güç olmasın diye mi? Türkiye’nin garantörlük haklarından vazgeçtiği ve Türk askerinin adayı terk ettiği bir ortamda imzalanabilecek bir anlaşma “çözüm” olamaz ve kan ve dehşeti de tekrardan Kıbrıs adasına getirir. Örnek almak istersek Girit adasında olan olaylar ve Girit Türklerinin Yunanlılar elindeki akıbeti ve en son olarak adanın tamamen Yunanistan’a bağlanması sürecini bir tarih kitaplarından araştırınız. Bu arada bu sürecin başlaması, gelişmesi, Türklerin katledilişi ve göçe zorlanmaları, “bağımsız Girit” olayı ve ardından Yunan toprağı olup silahlandırılmasına giden süreçteki baş aktörler bugünün AB’sinin önde gelen ülkeleriydi dersem AB garantisi için Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçebilecek bir Kıbrıslı Türk lider veya birey bulunur mu?

Peki sanki de masum bir söylemmiş gibi ikide birde Rumların “AB normlarıyla uygun bir çözüm” demeleri? Kulağınıza gayet olumlu ve zararsız bir söylem gibi geliyorsa tekrardan bir düşünün derim çünkü bu söylemin altında da iyi niyet değil, Rumların Kıbrıslı Türkleri boyundurukları altlarına alabilmeleri için gereken detaylar yatmaktadır.

Nedir AB normlarının bazıları? Emeğin dolaşımı, mülkiyet hakları, sermayenin serbest dolaşımı vs. Yani bizden fazla olan Rumlar gelip istediği yere yerleşebilirse “iki bölgelilik” nasıl korunabilir?

Eğer bizden sayıca fazla ve ekonomik açıdan daha zengin olan Rumlar Kuzeyde bulunan ev ve arsaları serbestçe alabilirlerse, sonucu tahmin edebiliyor musunuz?

Eğer Rum ithalatçı yabancı markayı elinde tutmaya devam edecekse ve Türk iş adamı ancak onun alt acentesi olabilecekse Kıbrıs Türkünün ekonomik açıdan nereye gideceğini görebiliyor musunuz?

Bunlar gibi daha birçok detay sıralanabilir. İşte bundan dolayıdır ki Cumhurbaşkanı Akıncı ve ekibi kesin kırmızı çizgilerimizi belirlemeli ve Anastasiades’e de çok zaman geçmeden bu çizgileri zorlamaması gerekliliği telkin edilmelidir. Yoksa masada hep defans oynayarak haklarımız korunamaz.

Devamlı söylerim, müzakere ederken haklı olan değil iyi müzakere eden kazanır.