Buraya dönmeye değil, ölmeye geldik....

Rum Başpiskoposu Hrisostomos “Türkiye’den gelen Türkler evlerine dönsünler…” demiş. Emri olur tabii. Vatan tuttuğumuz bu toprakları sırf papazın hatırını kırmayalım diye bırakır gideriz gitmesine de, 41 yılımızı nasıl geri verecekler onu merak ediyorum.

Hrisostomos’u anlarız anlamasına da onun bu sözlerine KKTC’den tek bir yetkili çıkıp cevap vermemesini anlamamız mümkün değildir. Bu durum YDH’nın ne kadar haklı gerekçelerle ortaya çıktığını da göstermektedir.

KKTC’de gizli veya açık bir şekilde, 1974 sonrası Ada’ya göç eden Türkiye göçmeni vatandaşların geri gitmesini arzulayan bir sürü kişinin olduğu biliniyor elbette.

Özellikle KKTC de “Yeni Vatandaşlıklar” söz konusu olduğunda solcu kardeşlerimiz, dünyanın en ırkçı bakış açısı ile bu olaya yaklaşır ve “Muz Cumhuriyeti” dedikleri ve aşağıladıkları bu Devletin vatandaşlığına büyük bir kıskançlıkla sahiplenirler.

Güneyde yapılan ve Ada’nın nüfus yapısını Rumların lehine bozan yeni vatandaşlıklarla ilgili tek bir kelam etmezler de, KKTC’de yapılan vatandaşlıkları AB’nin ve diğer uluslararası kurumların gündemine getirmeyi ve Türkiye’yi şikayet etmeyi bir görev ad ederler kendilerine.

Onların yüzünden bu konuyu sağlıklı bir şekilde tartışma imkanı da ortadan kalkmaktadır.

Oysa bu mesele ciddi bir meseledir ve iç politika malzemesi yapılmamalıdır.

Biz bu konudaki görüşlerimizi daha önce kamuoyu ile paylaşmıştık. Ama aşağıdaki bilgileri bir kez daha kamuoyunun gündemine getirmeyi bir borç biliyoruz.

KKTC’de nüfus ve vatandaşlık politikasını konuşurken, konuya öncelikle 1878’den itibaren Ada’dan dışarıya yani Türkiye’ye ve diğer ülkelere yapılan Türk göçü ile başlamalıyız…

1831’de yapılan nüfus sayımına göre; Ada’nın %66’sı Rum, %34’ü Türk’tü. Yani Türklerle Rumların arasındaki 3/1 oranı, 150 yıl sene önce ihdas edilmiş bir orandı. Bu oran 1878’e kadar pek değişmedi.

Kıbrıs’ın 1878’de İngilizlerin eline geçmesi ile birlikte Ada’daki Türk nüfusunun boşaltılması için sistemli bir kampanya uygulanmıştı. Bunun neticesinde 1938’e gelindiğinde Ada’daki Türk nüfusunun oranı %17’ye düşmüştü. Başka bir deyişle Ada’daki Türk nüfusu yarı yarıya azalmış ve göç eden Türklerin çok büyük kısmı Anadolu’ya, yani atalarının geldiği coğrafyaya dönmüşlerdi.

Sadece Lozan anlaşmasına dayanarak 1914-1916 yılları arasında Türkiye vatandaşlığını kabul eden Kıbrıs’lı Türklerin sayısı 9.327 kişidir. 1911’de Adadaki Kıbrıslı Türklerin sayısının 46.000 olduğu göz önünde bulundurulursa, denebilir ki ortalama her 4 Kıbrıslı Türk’ten 1 tanesi 1914-16 yılları arasında Türkiye’ye göç etmiştir. 1914’e göre Türkiye’nin nüfusu 9 misli arttığına göre Türkiye’de ki Kıbrıs Türklerinin sayısının bugün 100.000 civarında olduğunu söyleyebiliriz.

Anadolu, bütün yokluk ve kıtlığına rağmen, gerek Balkanlardan ve gerekse Kafkaslardan gelen Türklere; “Gelmeyin. Lokmamızı bölmeyin” demediği gibi, İngiliz idaresine girmeyi ret eden Kıbrıs Türklerine de bağrını açmıştır.

İngiliz-Rum işbirliği içerisinde Ada’dan Kıbrıslı Türklerin göçe zorlanması, 1974’e kadar uygulanan sistemli bir devlet politikası olmuştur. Bugün yurt dışında yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısı KKTC’de yaşayanlardan 3 misli daha fazladır.

1974’ten sonra Ada’ya yaptırılan göç ise, o açığı kapatmak ve Türklerle Rumların arasındaki 3/1’lik tarihi nüfus dengesini yeniden tutturmak için yapılan bir göç hareketidir.

Bu konuda solcu kardeşlerimizin öne sürdüğü Cenevre Protokolü falan hikayedir. Annan Planı bile muhtemel bir anlaşmada 50.000 civarında göçmenin vatandaş olarak Ada’da kalmasını öngörmüştür.

Ammmaaaa ve Fakaaaat....

Türkiye’den Kıbrıs’a yapılan göç, son derece dikkatli ve titiz bir şekilde, Ada’nın ihtiyaçları ile Kıbrıs Türklerinin sosyolojik ve kültürel yapısı dikkate alınarak yapılmalı idi.

Aynı şekilde Ada’ya göç ettirilen Anadolu Türklerinin, Kıbrıs Adası ve Kıbrıs Türkleri ile entegrasyonunu sağlayacak tedbirler de süratle alınmalı idi.

Maalesef bu konuda ciddi hiç bir adım atılmamış, 1571 sonrası Ada’ya göç eden Türklerle 1974’den sonra göç eden Türklerin kültürel entegrasyonu, aradan bunca

sene geçmesine rağmen hala sağlanamamıştır.

Öte yandan “Türkiyeli-Kıbrıslı” ayrımı, özellikle Devleti yönetenlerin uygulaya geldiği bir politika olarak yaşanmaya devam etmektedir...

Ayrımcılık “Sağ” veya “Sol” olduğuna bakılmaksızın iktidara gelen bütün partiler tarafından acımasızca uygulanmaktadır. Geçmişte “Sol” bu ayrımcılığı açıktan yaparken, “Sağ” Türkiye Göçmenlerinin oy potansiyelini düşünerek gizlice yapmakta idi.

Politikacıların arzuladığı şudur; 1974’ten sonra Ada’ya göçen ve vatandaş olan bu kesim sadece oy versin, vergi versin, askere gitsin, kendilerine ne kadar hak uygun görülüyorsa onunla yetinsin ve asla eşit hak talep etmesin.

İşin acı tarafı ise; Eski Kıbrıslılar dediğimiz vatandaşlarımızın çok büyük bir kısmı bu ayrımcı politikanın samimi olarak farkında bile değildir. Çünkü halk arasında ayrımcılık söz konusu değildir. Ve yine çünkü 40 yıldır iç içe yaşayan, kız alıp kız veren Eski ve yeni Kıbrıslıların birbirini ötekileştirmesi söz konusu bile değildir.

Ne yazık ki Eski Kıbrıslılar dediğimiz bu kesim, Politikacıların yaptığı ayrımcılığın farkında olmadığı için, Yeni Kıbrıslılara uygulanan politikaları dile getirenleri, hemen “Ayrımcılık” ve “Bölücülük” yapmakla suçlarlar...

Bu durumu kendisi de Eski Kıbrıslı olan Çiğdem Dürüst hanım yazdığı köşe yazısında gayet güzel özetlemiş ve demiştir ki; “… Toplumsal yapı içerisinde ayrımcılığa neden olan koşullar, avantajlı kesimler tarafından yok sayıldığından, görülmez ve normal kabul edilir. Avantajlı çoğunluk, yok sayarak bir ayrımcılığa zemin yarattığının farkında değildir…”

Bu tespite şapka çıkarılmaz da ne yapılır.

YDH’nın (Yeni Doğuş Hareketi) yapmaya çalıştığı şey, birlik ve beraberliğimize sekte vuran bu ayrımcılığı Eski Kıbrıslı kardeşlerimize de anlatarak, politikacılara karşı onlarla birlikte mücadele vermektir...

Başa dönecek olursak, Hrisostomos ve onun gibi düşünenler bilmelidirler ki; Biz artık bu ülkeyi vatan tuttuk. Buraya dönmeye değil, ölmeye geldik.