Birleşmiş Milletler temaslarım ve ‘Barış Kültürü’


Geçtiğimiz hafta New York’taydım. New York temaslarımız çerçevesinde yaşadıklarımı en ince detayına kadar insanlarımızın bilgisine getirmeyi bir sorumluluk olarak kabul ederim. Dünyanın önemli merkezlerine yönelik sivil toplum girişimlerinin, toplantı, konferans katılımlarının ve ziyaretlerin henüz ilk adımlarını atmaktayız. Bu çerçevede iyi örneklerin benzer adımların atılabilmesi açısından halkın bilgisine getirilmesinin şart olduğunu düşünmekteyim. 


New York temaslarımı Birleşmiş Milletlerde gerçekleşen yüksek seviyede ‘Barış Kültürü’ formu ve diğer köşe yazımda ele alacağım BM nezdinde yapmış olduğum diğer Kıbrıs konusu içerikli görüşmeler olmak üzere iki aşamada sizlerle paylaşacağım. New York’ta Birleşmiş Milletler ana binasında gerçekleşecek bir toplantıya bir sivil toplum kuruluşunun katılımının algılanması güç bir konu olduğunun bilincindeyim. 


Uluslararası toplumun ve dünyada yaşanan gelişmelerin, çalışma ve standartların dışında yaşayan bizlerin ‘Barış Kültürü’ formuna katılımız için söylenebilecek çok şey vardır. 

                                                                                      *** 


Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, BM 68.Genel Kurul Başkanı John Ashe, Nobel Barış ödülü sahibi Leymah Gbowee ve bir çok üst düzey konuşmacının yer aldığı ‘Barış Kültürü Formu’ dünya genelinden yoğun katılımla gerçekleşti. 


Eylül 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen Barış Kültürü Deklerasyonunun 15. Yıl dönümünde gerçekleşen toplantıda ‘Barış Kültürünün’ ve ‘Global Barışın’ öneminin altı çizildi.


Cinsiyet, kültür, din, inanç, zengin, fakir, yaşlı, genç, doğu, batı, kuzey ve güney ayrımı yapılmaksızın dünyada var olan her bir ülkenin, toplumun, ailenin ve bireyin barış kültürünü yaşatmasındaki önemine vurgu yapıldı.


Genel Sekreter Ban Ki-Moon forumda yapmış olduğu konuşmasında; ‘Barış Kültürü konsepti 25 yıl önce UNESCO’nun desteklediği uluslararası Barış Kongresinde doğduğunu, Yamoussoukro deklerasyonunda bildirildiği üzere barışın savaş olmama durumundan daha fazlası, barışın bir davranış biçimi olduğunu dile getirdi.Derin kökleri olan ve özgürlük, adalet, eşitlik, dayanışmayı içinde barındıran barışın sadece anlaşmalarla sağlanamayacağını ve sürdürülemeyeceğini, her erkek ve kadının yardımına ve kapasitesine ihtiyacı olduğunu’ söyledi.

                                                                                *** 

Yüksek Seviye Barış Kültürü formunda ‘Global Barış Kültürü’ için sivil toplumun, eğitimin, diyaloğun, işbirliği ve sürdürülebilir ekonomik sosyal gelişimin önemi vurgulandı. 

Barış için kadının ve gençlerin öneminin altı çizildiği.

Popülasyonun önemli bir bölümünü görüşmelerin ve sürecin dışında tutarak barış bulmanın, sağlamanın ve barışı korumanın önünde büyük bir engel olduğunu vurgulandı. 

Politikaların sivil toplumla tartışılması dile getirilirken gelecek nesiller için küresel barışın önemi anlatıldı. 'Barış Kültürü Formu' Birleşmiş Milletler’de Trusteeship Council Chamber ve ECOSOC Chamber'de olmak üzere iki oturumda gerçekleşti. Forumun ikinci bölümünde ‘Dünya Vatandaşlığı’ konusu ele alındı. Küresel barışı sağlamak için yapılması gerekenlerin önemi vurgulanırken dünyada yaşayan insanların farklı kültürlerde yaşayan bir aile olduğu dile getirildi.

                                                                                       *** 

Barış Kültürü formunda dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan çatışmalar, savaş ve krizler, Orta Doğu sık sık gündeme gelirken Kıbrıs’ın bu bağlamda adı geçmedi.


Birleşmiş Milletler’de Dünyanın pek çok yerinden gelen insanlarla ve üst düzey yetkililerle bir araya gelmem ve özellikle forumda gerçekleştirilen konuşmalar beni çok etkiledi. 


Bire bir konuştuğum katılımcılardan pek çoğu için bir Kıbrıslı Türk’le karşılaşmanın ilginç bir deneyim olduğunun ve ilk kez bir Kıbrıslı Türk’le karşılaştıklarının altını çizmek isterim. New York'ta çok kısa bir zaman dilimi içerisinde hem foruma yönelik hem de Kıbrıs'a yönelik düşüncelerimi aktarma fırsatım oldu. Bu ayni zamanda benim hem Kıbrısımıza hem de halkımıza, çocuklarımıza karşı sorumluluğumdur. 

Dünyalı olmak içimde çok büyük bir özlemdir . Kıbrıslı Türkler Dünya sisteminin ve yürütülen her türlü çalışmanın dışında yaşıyor. 

Bizler Annan Planında çözüm ve dünyalı olma şansını yakaladığımız ilk fırsatta buna ‘Evet’ diyerek o aşamada elimizden geleni yaptık.

Referandum sonrasında ne Dünya Kıbrıslı Türklerle bir diyalog içerisine girmeyi ne de bizler Dünyanın kapısını çalarak belli başlı çalışmaların içinde olmayı tercih etmedik. 

Ama her şeye rağmen dünya dönüyor ve bir yerlerde önemli ülkelerden gelen çok etili kişiler bugün ‘Dünya Vatandaşlığını’ tartışıyor! 


Peki ya biz?